Kızgınlık ve kırgınlıklar.
Kaç günlerdir birkaç satır yazacağım, kırgınlık ve kızgınlıklarım için ama bir türlü beceremeyişime kızıyorum.
Kırgınım zamana, kendime. Kızgınım
kendime, her şeye. Kızgınlıklarım ve kırgınlıklarım kartopu gibi yuvarlana
yuvarlana büyüyüp önümde engel oldular. Aşıp geçemiyorum kar yumağını. Boyumu
aştı.
Kırgınlıklar kızgınlıklarla
birleşince daha başka oluyor. Sadece birisi olsa halletmek daha kolay görünüyor
karşıdan ama öyle değilmiş çünkü ben de aynısını düşünürdüm eskilerden.
Yığılmalarının bir nedeni de öyle düşünmem belki de. Zamanında halletmeyip
daima ertelemek.
Ertelemek. Evet, ertelemek kelime
olarak ağır bir şey gibi duruyor. İnsan ağırlığını hissediyor sesli olarak
tekrarladığında. Ben denedim öyle. Denemeden önce gözüme takılan bir kelime değildi.
Kavram olarak hiç düşündüğüm bir şey değildi.
Laf lafı açıyor hikâyesi kırgınlık
ve kızgınlıklarımdan pek dışarıya açılmasam iyi olacak galiba. Çünkü mayınlı alan
her taraf. Mayınlı alanlarda gezinmek
ustalık ister. Bende o ustalık yok. Bu yüzden daha dikkatli olmam gerek
dışarıda dolaşırken.
Uzun bir süredir doğru dürüst yazı
yazamıyorum kafamın dağınıklığından. Okumaya yoğunlaştım yine. Nihayet
çözümlendi kafama takılanların bir kısmı. Tesadüflere adım atıyorum bu aralar
kitaplar arasında.
Okumak, yani tesadüfi olarak okumak,
belli başlı bir konuya yoğunlaşmadan ne denk gelirse okumak verimli bir okumak
değil. Sadece kafa karıştırmaya yarıyor. Öğrenme denilen kavram gerçekleşmiyor.
Zamanı öldürmeye yarıyor. Merakla okunan bir roman bitinceye kadar zaman
kavramı ortadan kalkıyor. Böylece kafadaki sorunlar da perdelenmiş oluyor.
Ertelenmiş oluyor.
Direniyorum bu tür okumaya ama öyle
geldi öyle gidiyor işte. Aslında yönelimim oldu belli bir seviyeden sonra.
Örneğin polisiye vb. okurken psikolojiye yöneldim. Sosyolojiye yöneldim.
Bilimsel kitaplara yöneldim. Kafamda sorular oluştu cevaplar aradım.
Anlatmaya çalıştığım o şekilde
yönelme değil. Uzmanlaşmak türünde bir
yönelme. İnsanın kafasındaki sorulara cevap aramasına yönelik okuma türünü
geliştirmesi gerekli. Bu durumda bir önceki okumaların devamı şeklinde
konuların da benzeşmesi pekiştirmiş oluyor okunanları. Yeni bir bilgi varsa
kayda geçiyor beyinde yeni bir bilgi yoksa atılıyor kutunun içine.
Kızgınlık ve kırgınlıklarım o kadar
çok ki, zamanım yok artık onları halledebilmek için. “İş çok zaman yok.” Ne
güzel ifade demek geliyor içimden. Buna da kızıyorum.
“Be adam başlasana bir ucundan. Karnını doyururken ekmeğin
tamamını mı yutuyorsun, parçalayıp da yutuyorsun değil mi? neden işlerin de bir
ucundan parçalaya parçalaya yutmuyorsun?” diye tembihleye tembihleye dilim
damağım kurudu artık.
Nasıl yüksek bir tepeye çıkıp
aşağıya baktığında uçsuz bucaksız ova görürsün ya ben de öyle görüyorum işte
geçmişimi. Uçsuz bucaksız ova geçmişim gözlerimin önünde. Neresine dokunsam
yüreğim sızlıyor. Bazıları yaptıklarımdan bazıları da yapamadıklarımdan dolayı
sızlatıyorlar.
Bütün insanlar aynı değildir değil
mi? bazılarının gördüğü geçmiş yemyeşilken bazılarınınki kıraç, bazılarınınki
ise sisten pustan görünmez haldedir her halde. Ama herkesin geçmişinde dağlar,
tepeler, ovalar, nehirler, dereler vardır mutlaka. Ama mutlu insanların
hatırladıkları genellikle mutluluklardır. Mutsuz insanların da mutsuzluklarla
doludur gördükleri.
Zaman çözmüyor bir şeyi. Sadece
istifleyerek tıkıştırıyor bir yerlere. Gerekirse kullanmak üzere. Zamana kızamıyorum çünkü biz yarattık zamanı.
Zaman diye bir şey lazımdı zamanında ve o zaman zamanı yaratıp sofraya koyduk
insan olarak. Sonralarında da zamanı sadece sofrada tüketmekle yetinmeyip
ceplerimize de koyduk istediğimizde atıştırmak için. Bozuk para gibi
harcıyoruz. Kıymetli diyoruz lafta ama kıymetsizce harcıyoruz. Sonra da kızıyoruz
işte ben gibi. Boş yere kızıyorum. “Biliyorum” diyeceğim ama o zaman da neden
yapıyorsun diyeceksiniz. Ben de farklı demiyorum zaten. 24.01.2021
Görsel: H.G.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.