Salı, Haziran 27, 2017

KAŞIK-11-VEYSEL USTABAŞI’NIN MEZUNİYETİ

“İki kaşığı yan yana olmayacak kocanın, iki kaşığından birini mutlaka kıracaksın!”
BÖLÜM-11
16 Mart 1989

VEYSEL USTABAŞI’NIN MEZUNİYETİ

"Aşk, mideden geçer."

KAŞIK

                Fatma eve geldiğinde bitkin bir halde yatak odasına attı kendini. Kimseyi görecek hali yoktu.  Yatağın üzerine bırakıverdi kendini öylesine ve gözlerini yumuluyordu yorgunluk ve bitkinlikten. 
        Bir süre kaldı hiç kıpırdamadan ve nefesini de tutuyordu sürekli; aldığı her nefes içinde sıkıntı yaratıyordu sanki, bir den patlayacakmış gibi hissediyordu kendini. Gözlerinde canlanıyordu sürekli olanlar. Ne yapsa da önüne geçemiyordu bu durumun.
          Bir süre gözlerini açık tutmayı denedi ama nafileydi, gözleri açıkken bile her şey capcanlıydı gözlerinin önünde ve içini sıkıyordu. Yaptıklarına akıl erdiremiyordu: “Nasıl bu kadar aptal olabildim?” diye soruyordu sürekli kendine ve bir cevap bulamıyordu: Elinde tek bir şey vardı cevap olarak o da annesiydi…
                Sultan Fatma’nın geldiğini anlamıştı ama odasından dışarıya çıkmak istememişti. Bir süre daha fazla yüz yüze gelmek istemiyordu, ağzından bir şey kaçırmamak için; ne de olsa geliniydi ve oğlunun karısıydı; sessiz kalmak en iyisi olacaktı. Bir süre odasında oturup düşündükten sonra kararını verip dışarıya çıktı. Bahçede uzun süredir oturmamıştı, çiçek ve ağaçlara bakmamıştı hiç. Eskiden ne kadar da çok dertleşirlerdi sessiz sessiz çiçeklerle ve ağaçlarla. Hele oğluyla döktükleri terleri düşündüğünde buruldu içi birdenbire ve boynunu bükerek baktı bahçesindeki bütün canlılara. Karınca yuvasına takıldı gözü birden: “Nasılda çalışıyorlar canla başla, ölüleri mi var, hastaları mı var belli değil hiç; hiç kimseye de bir şey söylemeden dertlerini içlerine gömüyorlar adeta” diye fısıldadı.
"çiçek"
                Hava oldukça serindi, hafif üşümeye başlayınca salona geçti yavaş yavaş yürüyerek. Bir türlü ayakları götürmek istemiyordu onu içeriye ve yeni fark etmişti bunu; ilk defa oluyordu böyle. 
            Bugüne kadar hiç aklının ucundan bile geçmemişti eve girmemeyi. Eve girmek hapishaneye girmek gibi hissetmeye başlamıştı birdenbire. Neden diye sormadı hiç kendine çünkü korkuyordu vereceği cevaptan. Olsun, içine gömmek daha iyiydi; içi de mezarlık gibiydi zaten bir sürü gömülenler vardı, unuttukları bile vardı gömdüklerinden. Gömdükleriyle birlikte yaşamaya alışmıştı zamanla, pek fazla şikâyeti de olmamıştı bu günlere kadar. Var yok demeden gücü yettiğince çalışıp didinmiş bu günlere gelmişti. Eskiden yorgunluk nedir düşünmezdi hiç öyle ki: aklının ucundan bile geçmemişti.
                Veysel’in sevinçli bir günüydü. Sınavlarının sonuçları belli olmuştu ve artık lise mezunuydu. Hem de dereceye girmişti. Sonucu öğrendiğinde dünyalar onun olmuştu, ayakları yerden kesilivermişti bir anda ve hoplaya hoplaya girmişti bölümüne. Herkesin gözü üzerindeydi ve o hiç de fark etmiyordu onları; ortaya geldiğinde Yusuf’un sesiyle irkildi birden ve gerçek dünyaya döndü. “Hayrola Veysel Usta, bulutlardasın bakıyorum!” diye bağırmıştı kendisine el sallayarak. Kendisi de el salladı “Mezun oldum mezuuuun, bittiiiiiiiiii!” Dedi. Herkesten bir uğultu yükseldi birden. Kıskananlar, kızanlar, sevinenler de vardı insanların içinde. Veysel hala hayal alemindeymiş gibi suratları silik görüyordu ve hepsi de etrafında dönüyordu sanki…
                Veysel’in baş ustalığa terfiinden sonra maaşında da artış olmuştu kısa aralıklarla. Bir türlü akıl erdirememişti bu duruma ama sevinmişti tabii ki. Maaşı rahat rahat yetiyordu artık, Fatma’nın isteklerini karşılayabiliyordu şimdilik sıkılmadan. Eski baş ustası arada bir yokluyordu kendisini, bazen telefonla bazen de kahvede buluşuyorlardı zaman zaman ve sohbet ediyorlardı birlikte. Eski günlerini anıyorlar gülüşüyorlardı.  
                Eski baş ustası yeni bir fabrikaya girmişti yeniden. Memnundu yeni iş yerinden. “Daha büyük ve daha düzenli bir yapısı var” diye söylemişti Veysel’e. “Hayırlı uğurlu olsun ustam, darısı başıma.” Demişti Veysel de ona. “Olur olur, gün doğmadan neler doğar. Sıkma canını sen.” Demişti kendisine. En son görüştüklerinde anlatmıştı ustası kendisine fabrikanın büyüklüğünü ve kendisinin de makinaların tamamından sorumlu olduğunu. Yardımcıları da varmış ama hepsinden de memnun değilmiş, birkaçının hep açığını buluyormuş ve yol verecekmiş onlara. Korkuyormuş da büyük bir kaza yaşamaktan.
                Eve sevinç içinde geldi Veysel. Herkese vereceği haberi düşünmüştü, onlara sürpriz olacaktı. Ne kadar da sevinecekler diye aklından geçiriyordu sürekli. Can atıyordu sevinçli haberini paylaşmaya. Bahçe kapısını gürültüyle açtı herkes duysun diye. İçeriye adımını attığında kimseciklerden ses seda yoktu. Gürültülü bir şekilde çarptı bahçe kapısını ve koşar adımlarla geçti bahçeyi, zile dokundu ayakkabılarını çıkarırken. Kapı çeç açılmıştı sanki “bana mı öyle geldi acaba!” diye tereddütle yürüdü, Fatma yorgun görünmüştü gözüne ve sesi de çok mattı.  Bir kez daha baktı yüzüne geriye dönerek. Üstünde durmak istemedi. Bağırarak girdi salona anasının orada olacağını düşünerek. “Mezun oldum mezun, bitti ana bitti!” demişti. Sultan göründü salonun kapısında “Ne bağırıyorsun deli oğlum avaz avaz?” dedi Veysel’e bakarak.
                Veysel koşup anasının ellerini tutup öptü sonra da anasının yüzünü avuçları içine alarak gözlerinin içine baktı. Gözleri fıldır fıldırdı anasının meraktan ve şaşkınlıktan “Mezun oldum ana mezun, bitti nihayet!” dedi. Sultan olduğu yere çöktü kaldı sevinçten. Diz bağları çözülmüştü; sanki tırmandığı tepeye ulaşmıştı ve bitkindi.  Veysel de çöktü dizlerinin üstüne ve anası sardı onu koynuna ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı sessiz sessiz…
                Fatma, Veysel’in arkasından salona gelmemiş doğrudan yatak odalarına geçmişti. Veysel’in gözleri karısını aradı etrafında ama yoktu. Farkında değildi odaya geçtiğinin. Mutfakta olabileceğini düşündü, belki de yemek hazırlıyordur diye içinden geçirerek anasından ayrılmaya çalıştı. Anasını kaldırıp koltuğa oturttu ve mutfağa doğru koşturdu. Anasını içi burkuldu bu durum için. Ana bu kaçar mı hiç gözünden; anlamıştı Fatma’nın kırgınlığını ama neden kırıldığına bir türlü akıl erdiremiyordu. Onları yalnız bırakmayı düşündü birden ve harekete geçti.
                “Oğlum Cevriye teyzen çağırmıştı beni gündüz, söz vermiştim gelirim diye; unutmuşum aklıma geliverdi, ben onlara gideyim bakalım neymiş derdi. Siz yemeğinizi yiyin beni beklemeyin; onlarda atıştırırım ben.” Diyerek cevap beklemeden odasına geçip hazırlanarak çıktı. Tam da kapıdan çıkarken “Tamam” dediğini duydu Veysel’in…
                Veysel yatak odalarına girdiğinde oturur durumda buldu Fatma’yı. Buz gibiydi sanki, kendisini de fark etmiyor gibiydi. Yanına geçip elini omuzuna atarak oturdu yatağın üzerine. Tedirgin olmuştu birden. Aklından bir sürü şey geçiyordu; neler olup bittiğine dair. Gelin kaynana kavgası mı olmuştu, kendi ailesinden kaynaklı bir durum muydu kararsızdı. Bir süre yüzüne baktıktan sonra üzüntülü bir şekilde “Neyin var Fatma, ne oldu?” dedi omuzunu okşayarak…
                “Yok bir şey!” dedi sertçe ses tonuyla ve yataktan indi birden kapıya doğru yöneldi “Ben yemek hazırlayayım, açsındır.” Dedi arkasına bakmadan. Mutfağa doğru yürürken Veysel de arkasından mutfağa doğru yürüdüler arka arkaya. Veysel yardım etmek istediyse de “Otur sen ben hazırlarım.” Diyerek engel oldu Veysel’e. Bir sandalyeye ilişti zorla ve Fatma’yı süzmeye başladı oturduğu yerden.
                Böyle zamanlarda Fatma’nın üstüne varmanın bir anlamı olmuyordu; zamanla anlamıştı Veysel bu durumu. Biraz zaman geçsin konuşurum diye düşünerek önüne bakmaya başladı ama kafasındaki cevapsız soruların da her geçen gün arttığını fark etmeye başlamıştı. Boğuluyordu cevapsız sorulardan; vaz geçmeyi düşünmüyordu daha cevap aramaktan. Mutlaka bir cevabı olmalı kafasındaki soruların ve cevaplar da Fatma da diye düşünüyordu. İstese de istemese de keyfi kaçmıştı ve suratının asıldığını hissediyor bir türlü gücü yetmiyordu kendi yüzünü güldürmeye.
                Hazırda ne varsa tencerelerde ve dolapta, koydu sofraya Fatma. Nasılsa Veysel aramıyordu hiçbir şey. Eksik olsun fazla olsun bir şey demeden “Ellerine sağlık canım” deyip saldırıyordu çatal, kaşıkla; bazen silip süpürüyordu ne varsa sofrada. Bu sefer de öyle olacağını düşünmüştü Fatma; birkaç kaşık yemekten isteksizce alarak ağzına götürdü ve zorla yuttuktan sonra hiçbir şey demeden kaşığı lavaboya fırlatıp acelesi varmış gibi fırlayarak kalktı yerinden ve hızlıca çıktı mutfaktan.
                Hiç beklemediği ve bugüne kadar görmediği bir davranışıyla karşılaşmıştı Fatma. Veysel’in arkasından bakakaldı. Hiçbir şey de diyemedi, daha doğrusu ne diyeceğini şaşırdı. Kızmalı mıydı yoksa gönlünü mü almalıydı bilemedi. Gitmişti işte ne yapsa da faydası olmayacaktı ona göre. Bir süre oturdu yemek masasının başında başını ellerinin arasına alarak. Gözleri sabit bir noktaya bakıyordu masanın üzerinde; yemek tabağının içindekiler takıldı gözüne. Üç beş kaşık kuru fasulye yemeği ya vardı ya yoktu tabağın dibinde ve tane sayısı da beşi geçmiyordu. Gözlerine inanmamış gibi elleriyle tabağı tutup yana yöne eğerek yemeğin miktarını anlamaya çalışır gibi yaptı ve gözlerini olabildiğince açıp tekrar tekrar baktı tabağa. Diğer tabaklara da bakıyordu… Koyduğu salatanın yeşillikleri pörsümüşler siyah siyahtılar veya koyu yeşilden siyaha dönmek üzereler. O da iki üç kaşık vardı ya da yoktu. Pilav desen takır takırtı… aldı tabakları lavaboya çarptı hepsini de. Lavabo ve mutfak savaş alanına dönüverdi birden…
                                 
                                                                         27-06-2017

Halil GÖNÜL

Görsel: Pixabay.com

2 yorum:

  1. veyselin mezun olması anasını sevindirmiş..ama sonrası veyselin moralini bozan gelişmeler olmuş..çok iyi bir hikaye elinize sağlık..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim, 11. bölümde ısınmaya başladı yavaş yavaş.

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.