Tarla faresinin köyden kaçışı
Köyde
yaşayan tarla faresinin kaçışını anlatmaya çalışan bir hikâyedir.
Uzun yıllardır köy kuraklık ve kuraklıktan kaynaklanan kıtlık yaşamaktadır. Su sıkıntısının olmadığı bölgelerde değişen fazla bir durum yoktur teknolojiden başka.
Tarla faresi ailesi yaylada ormanlık
bölge içinde kalan yüz dönüm civarında olan köy merasında yaşam sürdürmektedir.
Tarihi geçmişleri köyün kurulmasından da eskilere uzanır. Çok emekleri vardır
bu geniş arazide. Suların derelerden harıl harıl aktığı neşeli günleri en
yaşlıları bile hatırlamıyor artık. Fareleri bırakın köyün sakinlerinden bile az
kaldı hatırlayan.
Bir zamanlar yayla patatesi diye
ünlenmişti altın sarısı lezzetli patatesleri. Pazara çıktığında kapanın elinde
kalıyordu sabahın köründe kimse fiyat sormazdı.
Söz konusu zamanlarda köyde sayılıdır motorlu araç. ilk traktör atmış beş-yetmiş yıllarında Almanya’da çalışıp kesin dönüş yaptıktan sonra getirmiştir çiftçilik yapmak için. Alaman motoru denirdi adına, sesi herkesin hoşuna giderdi, fazla bağırdığında da kaçışırdı yakınındakiler. Sarı danam derdi sahibi. Ne de olsa yabancıydı daha.
Adamın traktörü ekim işinde ilk kullandığı gündü. Ben ilkokuldaydım. Ekim ayı içinde hafta sonu bir gündü. Genelde kış gibi geçer ekim ayları ancak o gün hava güneşliydi. Biz de öküz çiftiyle nohut ekmek için tarlaya geldik ailecek. Komşuyuz traktörlü adamla, sınır komşusuyuz ve babamın çocukluk arkadaşıdır. Biz işi gücü bıraktık traktör çalıştırılınca. Farklı bir sesti kulaklarımıza gelen.
Merakla bekliyoruz hareket etmesini. Adam o kadar kendinden
emin ki bizim merakla izlediğimizin de farkında. Farkında olunmaz mı boy
sırasına dizilircesine, babam, sağında anam, anamın sağında ben, benim sağımda
kardeşim. Kardeşim daha yeni yürüyor ve elimden sımsıkı tutmuş tirtir titriyor
korku ve tedirginlikten. En sonunda bacağımdan tırmanmaya çalışınca sırtıma
bindirdim.
Adam astronot edasıyla bindi traktöre. Edalı edalı
yerleştirdi poposunu koltuğa. Sağ bacağını koltuk hizasına kaldırdı sonra sol
bacağı için aynı şeyi yaptı. Tekrar iki yana salındı koltuk üzerinde, gaza
hafif dokundu. Aslan yavrusu gibi cılız
bir ses çıktı. Arkasına bakıp takılı beşli pulluğu kaldırdı yerden. Takviye
vitese takıp hafif gaz pedalına dokundu. İstemiyormuş gibi çok yavaş hareket
etmeye başladı.
“Geliiin, düş önüne sarı dana çiziden çıkmasın” diye bağırdı
kardeşinin karısına. Kadın ekilecek nohut tohumunu hazırlıyordu. Otuzlu
yaşlarda genç kadın nohut doldurduğu torbayı sırtlanıp düştü traktörün önüne ve
ekim yapılacak tarlanın başına doğru gittiler. Kadıncağız köyden dışarı
çıkmamış hayatında, nereden bilecek traktörle nohut nasıl ekilir. Adam, kocasının abisi, ailenin de büyüğü, hem de en
zengini, gâvur memleketi görmüşü. Ne yapılacaksa o söyler diğerleri yapar daima.
Tarlanın başına vardılar, döndüler geriye ve adam durdurdu sarı danayı –traktörü-. Genç kadın merakla beklemeye başladı nasıl olacak diye. Abisi diyecek o yapacak sonuçta. Adam traktörün arkasına geçip yere indirdiği pulluğun ayarını yaptı. Gelin de geçti arkaya ve merakla yapılanları izledi. Beş tane sabanı varmış gibi düşündü yani; beş öküz çiftinin yaptığını aynı anda yapacak demektir. Ben hangi çiziye tohum atacağım o zaman diye soru takıldı aklına. Kafası karıştı birden. Bocaladı. Sorsa beceriksiz, akılsız, cahil damgasını yiyecek. Soramadı genç kadın. Merak ve heyecanla abisinin buyurmasını bekledi.
Adam gülmeye başladı genç kadına bakarak. “Tohum torbasını ver bana” dedi elini uzattı.
Genç kadın anlayamadı önce. Şaşkın şaşkın baktı kayınının –evliler için kadın
veya erkeğin oğlan kardeşi- gözlerine. Adam bozuntuya vermeden “ver ver hadi
ver bana da sen diğer torbalara tohum doldur ben seslenince getir bana.”
Adam nohutları belli bir sıklık ayarında saçtı tarlaya.
Seslendi yeni dolu torba geldi ve yine saçtı. Eskiden bir haftada ekilen
tarlanın her yanına nohut saçıldı. Genç kadın çok şaşkındı.
Adam son boş torbayı fırlattı biraz ilerideki genç kadına
doğru ve traktöre doğru yürüdü. Traktöre bindiğinde kadına dönerek “sen
sürülecek yerin dışında bir yere otur seyret, gerisini sarı danayla ikimiz
yaparız gari” deyip hızla gaza dokundu. Takviye vitese takıp yavaşça hareket
etti. Sarı dana hareket etti hiç zorlanmadan gidiyordu, derinlik de gayet
iyiydi. Genç kadın kafasındaki sorulara cevap bulmak için bir anda beş tane
çizi çizildi ve biri diğerini kapattı. Bir tane açık çizi görünüyordu. Demek ki
öküzün önünden gidildiği gibi gidilmeyecek, bu sarı dana öküz değil akıllı
dana, çiziden çıkmıyor, akıllı olduğundan çiziyi kendi takip ediyor diye akıl
yürüttü.
Biz de dağıldık işlerimize.
Aradan geçen yarım asıra yakın zamanda çok şey değişti bu
topraklarda. Kıtlıklar oldu, salgın hastalıklar oldu mücadele edildi ölen öldü
kalan sağlar kalıp devam etti savaşmaya. Yaşam savaşıydı savaş. Umutla direniliyordu
her türlü zorluğa. Yeterki kuldan gelmesindi zorluk, tanrıdan gelenin her
türlüsüne katlanılıp isyan edilmezdi, edilse de belli edilmezdi. kıraç
topraklar da dahil her baharda renklere bezenir hayat fışkırırdı dağında,
ovasında memleketin.
Önce sular küstü çekilip gittiler bu topraklardan. Akanı da
yılın bir kısmında cılızca akar sonra kesilir oldular. Su olmayınca ceza büyük
oluyor insanlara, hayvanlara ve bitkilere. Anlayacağınız tüm canlı ve cansızlar
cezalandırılmış oluyor susuzluğa mahkûm edilmekle. Su küsünce ot, çöp, bitki de
küstü, hayvanlar aç kaldı, kimisi hamile kalamadı, kimisi düşük yaptı kimisi de
öldü.
İmkânı olanlar kıraçları ekmeyi bırakıp daha verimli olan yerlerini değerlendirdi, bazıları da şehirde yaşayan akraba eş dost ile irtibat kurup bir iş kapısı ayarladı kendilerine göçüp gittiler ne varsa arkalarında bıraktılar. Bir daha dönüp geriye bakmadılar, dönemeyip bakamadılar mı bilinmez ama birçok arazi boş ve sahipsiz. Etrafındaki çam ağaçlarının kozalaklarından fırlayan tohumların çıkmasıyla ormanlaşmaya yüz tutmuş her biri. Zamanla bu tür yerleri orman kendi sahasına dâhil ediyor cebren ve hileyle. Ar ediyor insanlar bu durumda itiraz ediyorlar yüz yıllık ata yadigârının zorla ellerinden alınmasına ancak nafile. Kimi kime şikâyet ediyorsun da hak hukuk bekliyorsun. Orman, tarlaların çoğunu aldı köylünün elinden beş kuruş ödemeden.
Bir zamanların sevimli fare aileleri bolluk içinde mutlu
mesut yaşayıp giderken kıtlık yaşamaya başladılar. Su yok, yiyecek yok çünkü
ekilmiyor artık tarlaların büyük çoğunluğu. Eskilerden bir çizi hesabı yapılırken,
bir çizi gasp ettin diye birbiriyle kıran kırana kavgaya tutuşan insanlardan
eser kalmadı topraklarda.
Fare aileleri de göç etmekte buldular çareyi. En yakın ekili
yerlerin dışında köy, kent değiştirenler bile var.
Çocukluğumun geçtiği yerlere gittim yaz aylarında bir gün.
Çocukluk anılarımı anımsayıp gülümserken buldum kendimi. Anılar sadece bende
kalmış, köyde anılardan kalan bir şey yok olduğunu görünce de içim burkuldu.
Taş, toprak, kayalar bile eskimiş. İnsanlar solgun, cansız, hayalet gibiler. Çamlar
yok olmuş. Hışıltıları –konuşmaları- yok artık, orman kesmiş, küsmüşler
kalanlar da.
Bir gün kalıp dolaştım ama tanıyamadım genellikle. Bir çam
vardı, sıcak yaz günlerinde ekin biçerken yirmi beş, otuz kişi kadar insan
gölgesinde üç-beş gurup olur sofralar kurulurdu öğle yemeklerinde. Heybetli bir
çamdı, şemsiye gibiydi, güneşten de yağmurdan da korurdu. O tarlanın simgesiydi
o çam. Benim anılarımda hep o çam var. O çamla o tarla canlanıyor kafamda. Çam
olmayınca tüm araziler aynı olmuş.
Sıkılıp döndüm ertesi gün öğleden sonra. Köyden çıktım araba hararet yapmaya başladı. Fan çalışmıyordu ve su çabuk ısınıyordu ve eksiliyordu. Günlerden Pazar olduğu için tamirci veya açık bir yer bulmak mümkün değildi. Çareyi sık sık su ilave edip hızlı sürerek karşı rüzgâr etkisinden yararlanmayı akıl edebildim. Akşam saatlerinde olunması da gündüze göre avantajdı. Her petrol istasyonunda ve her su alabileceğim yerde durdum su ilave ettim ama cehennem azabıydı sanki. Her an conta yakma riskiyle karşı karşıyaydı motor. Yollar zaman zaman yoğun, ışıklara takılmak ayrı bir cehennem kapısını aralıyordu.
Işıkta durduğumda sağım ve solumda duran arabalardan işaret
edip uyaranlar oluyordu kaportadan çıkan buharı bana fark ettirmek için. Hafif
gülümseyip “farkındayım” diyorum fısıltıyla.
Neyse eziyetle dolu yolu yarılamış durumdaydım, yol sakindi.
Hararet yine 130 santigrat dereceyi geçti, sağ emniyet şeridine çektim. Etraf
tarım arazisi. Kaportayı açtım. Elimdeki yanıklara baktım acısı arttığı için.
İşaret parmağımda soyulma var. Umursayacak halde değildim, bir an önce su ilave
etmeliydim.
Tam kapıyı açıp dışarıya çıkacağım ki sağ ayak paspasının
köşesinde bir fare kafası gördüm. İrkildim önce. Çok şaşkındım. Bana bakıyordu.
Kendimi alamadım gözlerine bakmaktan. Göz gözeydik. O an arabanın conta yakması
mı yoksa fare mi önemliydi. O kadar hızlı düşünüyordu ki beynim. Kız olduğu
kesindi. Bakımlı, alımlıydı. Tüyleri temiz ve parlaktı. Gözlerine siyah sürme
çekmediği kalmış. Zekiydi, gözlerinden okunuyordu zekiliği. Bana anlattığı çok
şey vardı o anda. Açlık, göç, çaresizlik içindeki çare, seçeneksizlik tek
seçenek…
-Bana kızma, arabana izinsiz bindiğim için üzgünüm. Tek çaremdi oralardan uzaklaşmak. Epeyce yol gelmiş olmalıyız, havası değişik buraların. Gelen kokulardan anlaşılan yiyecek de bol buralarda. İnebilirim artık.
Bir anda elim sağ kapının koluna gitti ve açtım kapıyı, ittim
açılsın diye. Fare baktı son kez ve hoplayarak indi arabadan. Bir anda süzüldü
aşağıdaki verimli ovaya, otların arasından. İçimde tuhaf bir rahatlık vardı
artık. Kapıyı çekecektim vazgeçtim belki başkaları da vardır diye. Arabaya nasıl
girdi, ne zaman girdi meraklandım.
Bagajdan su bidonunu aldım, kaportayı açıp biraz su döktüm
radyatörün üstüne, kızgın kapağı kalın bezlerle tutup açtım, fışkıran buhar
elimin bir kısmını tekrar yaktı. Canım yandı ama motor conta yakarsa daha fazla
canımı yakacaktı. Kendimi fareden alamıyordum su koyarken. Adeta fareyle
konuşmaya başladım. Dertleşiyorduk.
Tekrar çıktım yola, su ilavesi, hız rüzgârı derken eve geldim ki bir asır geçti sanki bitkindim. Son can havlimle bir bidon su doldurup indim evden suyunu doldurdum tekrar ve eve çıktım. Bir duş alıp attım kendimi yatağa. Açlık falan umurumda olmadı. Aklım faredeydi. O sevimli hali, fıldır fıldır yanan gözleri gözümün önünden gitmiyordu, arabada ilk göz göze geldiğimiz an ve iniş anı tekrarlanıp durdu nakarat gibi.
Umarım umduğunu bulmuştur, mutludur, hayatından memnundur.
Ayak uydurabilmiştir ovaya ve şehire. Kim bilir!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.