Cuma, Aralık 16, 2016

MUHASEBE-DEFTERİN SON SAYFASI

sohbet, akan-zaman, defter, konfüçyus,
Bulut

 DEFTERİN SON SAYFASI      

 “Ağladım, inanabiliyor musun? Babam da ağlamış belki ondandır” dedi, gözlerini ovuşturmaya başladı adam. Yaşlı adam, aksakallı adam.

“Bende yeni olmaya başladı daha. Sen ağlar mısın hiç?”

“Ben hiç ağlamam, erkek adam ağlar mıymış?”
Konfüçyüs aklıma düşüverdi birden Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” demiş.
      “Oğlum, ağlamanın erkeği kadını mı olurmuş?  

    Gözyaşı gözyaşıdır işte. Hem biliyor musun? Bazen oturduğun yerde bile geliveriyorlar, o yaş dediklerinden; önüne geçemiyorsun, akıveriyor bir damlacık bile de olsa. Taşkın galiba, aynı sel taşkını gibi.
       Hani çok yağmur yağar ya birden bardaktan boşanırcasına. İşte o zaman da almaz aktığı dereler, taşıverir de bir yerinden yolağın. Akıp gitmiştir fazlalığı derenin, kalanını rahat götürür gittiği yere kadar. Sonra bırakıverir göllere, denizlere, okyanuslara. İşte öyle oluyor bende de bazen.
Oturmuş film seyrediyordum evde televizyonun karşısında. Hababam sınıfının çalışkan Ahmet’i var ya hani, işte o Ahmet bir okula öğretmen olmuştu,  hababam sınıfı Onun okulu için tamirat malzemesi getirmişti ya, kamyon görünüverdi karşıdan. İşte tam o anda bir bağrımda bir sıcaklık ve gözlerimden birer damla yaş. Koyuvermek istedim kendimi iyice, hüngür hüngür ağlamak istedim. Ama olmadı, hüngür hüngür de olmadı, ikinci damla da gelmedi. Hepsi o kadarmış. Silmedim ilk akan yaşları, belki gerisi gelir daha; onlara bakarak diye. Bekledim bekledim olmadı, ne gelen var ne giden. Damlalar buz gibi oldu takılıp kaldığı yanaklarımda, tam da gamzelerimin üstünde. Beklediler epeyce. Gelmedi kimse arkasından onların, sonra da buhar olup uçtular suratımda iz bırakarak. Film bitti. Rahatlamış hissettim kendimi biraz. Daha da rahatlamak için fazla mı ağlasam acaba diye düşünmeye başladım o zamandan beri. Fazlasını yapamıyorum ama olsun o kadarı da yetiyor bana. Yetiyor şimdilik. Ne zaman bir sevgi sıcaklığı görsem veya muhtaca yardım eden, koyuveriyor benimkiler kopçayı. Önce bağrımda bir yangın arkasından da birer damla yaş. İnci mübarek, pek kıymetli anlaşılan ikincisi gelmiyor.
            Eskiden çocukken çok önemserdim “erkek adam ağlamaz” cümlesini, ağlamadım iki istisna dışında. Birinde hüngür hüngür ağladım çocuklukta, koştura koştura aştım yolları. İkincisi de orta yaşlılıkta. Başımı kendi ellerimle yaktığımda. Artık çok ağlama istiyorum ama olmuyor, beceremiyorum bir türlü. Ağlasam şöyle kana kana, içim boşalıverecek, kuş gibi hafif hissedeceğim kendimi. Denedim çünkü ondan biliyorum.
         Bağrımın yanıp arkasından da birer damla yaş süzülmesinden sonra rahatlık hissediverince, televizyonun başından kalkmaz oldum bir süre, ağlayayım diye. Olmadı her zaman. Vakti saati geldiğinde oluyor meret. Nerede vefa görüyor, hemen su koyuveriyor işte o zaman. Gene bir damlacık. İki damlasına şahit olmadım daha.
            Babamın ağladığı aklıma geliyor bu sıralar sık sık. Gurbette, Almanya’da yıllar önce ben çocukken Ferdi Tayfur’un oynadığı “Çeşme” filmini izlerken arkadaşlarıyla, ağlamış. Kesin diğerleri de ağlamıştır da bana söylememişlerdir ağladıklarını. İçlerinden biri demişti o yıllarda izine gelip bize hediyesini verirken babamın izne gelemeyince gönderdiği. Hiç, bir kulağımdan girip diğerinden çıkmıştı o zaman. Hiç düşünmemiştim Onun ağladığını. Ağlamakla işim yoktu ki. İşte tam onun yaşlarına gelince bende de başladı aynı şey. İrsi galiba bu iş.
            Ağlayana bağrım dayanamıyor artık. Yıllarca ağlayamaya ağlayamaya, dolmuş bağrımın dereleri, taşıyor bazen fırtına tuttuğunda. Numaradan ağlayanları kolay fark etmeye başladım bu yeteneğim gelişince. Ağlamanın da yeteneği mi olur? Bal gibi oluyor işte. Hem de kırk elli yılda gelişti. Öyle böyle kısa zamanda da gelişemiyor, geliştirilemiyor bu ağlama yeteneği. Öyle eften püften ağlayana bakmayın siz, yaz yağmuru gibi gelip geçiverir onlar. Asıl arkasında kara kara bulutlarla gelene bakın.  Seller sellere kavuşur o zaman. İyi ağlamak da öyle işte, seller sellere kavuşur gibi. Taşkın gibi önünde durulamayandır. Bağrında bir ılıklık hissediveriyorsun, arkasında iki damla en fazla. Dedim ya bende birden fazlası olmadı, size torpil geçtim iki diye. Daha rahatlatıcı olsun diye. İyileşmenin reçetesi sanki mübarek. Pırt bir damla, rahatsın. Ben kendime tedavi buldum o bir damlaları. Bak kitap okurken olmuyor, illaki gözümle göreceğim. Yönetmenin maharetine de gerek kalmıyor izlerken o anı, kendiliğinden gelişiveriyor insanın içinde, yani benim içimde.
            Hem niye ağlayasınız canım! Gülün gülebildiğiniz kadar. Çok gülmek için de uğursuzluk getirecek derler ya hani bizimkiler. Siz hiç umursamayın bizimkileri, onlara inat gülün alabildiğinizce.  Gülmek en iyi ilaç, en safından. Yan tesiri yok.  Şimdi aklıma geliverdi ‘Gülmek kırk tabak pirzolaya bedeldir.’ Öyle de diyor bizimkiler. Şu aksiliğe bak sen! Hem ağlamayacaksın, hem de gülmeyeceksin uğursuzluk gelecek diye. Arkasından da kırk tabağa bedel diyeceksin gülmeyi. Ölçüsü mü var bunun nedir? Ben bilmiyorum.
            Benim birer damla incilerimi düşündüm uzun bir süre. Neden, nasıl? Bir sürü şey düşündüm onlarla ilgili. Muhasebesini yaptım ömrümün. Aynı matematik problemi gibi sonuç. Sayfalar dolusu hesaplarsın hesaplarsın da çıka çıka sıfır virgül sıfır sıfır...-sekiz on sıfır, ya da fazlası- çıkar ya; benimki de öyle çıktı. Küçücük, minnacık. Hatta yok, bazı büyüklükler yok hükmündedir bazen matematikte. İşte öyle yok hükmünde benim muhasebenin sonucu. Yokmuş benim hayatım. Övüne övüne yaşadığım, emek emek didinip, dişimle tırnağımla kazıdığım kan ter içinde kaldığım işte o hayatım yok hükmündeymiş. 
sohbet, akan-zaman, defter, konfüçyus, halil-gönül,
Defter
            Neredeyse hiç kendim için yaşamamış olduğumu fark ettim, çıkan sıfır hükmündeki sonuç bu işte. O kadar kalın olan muhasebe defterimin son sayfasındaki sonuç sıfır. Var da yokmuşum bu günlere kadar. Kendim için hiç bir şey yapmamışım ben. Ölmekten bile başkaları üzülür diye korkmuşum. Başkaları mutlu olsun diye koşturmuşum bir ömür. Oldular mı olmadılar mı bilmeden. Ben oldum mu mutlu? Sormamışım hiç kendime. Bir şey isteyip istemediğimi düşünmeden, hep başkalarının isteyebileceğini düşünüp yapmışım. Yani sıfıra sıfır elde var sıfır.  Bir fıkra geldi aklıma. Köy okuluna müfettiş gider ve sınıfın birine girer, gözüne kestirdiği çocukları kaldırır ayağa ve sorar. “söyle bakalım evladım, yedi kere yedi?” “49 öğretmenim, dokuzunu siktir et,  sonuç 40” der oturur çocuk yerine. Bir başkasına sorar “beş kere beş evladım?” “25 öğretmenim, beşini siktir et sonuç 20” der ve böyle devam eder. Beş çocuğu yerlerine oturttuktan sonra yanı başında dikilen öğretmene sorar “Hocam kaç öğretmensiniz okulda?” “Üç hocam, ikisini siktir et bir ben varım, sizin anlayacağınız” der öğretmen müfettişe.
            Bir ben varım diyebilmek meselesi mi acaba mesele. Ben öyle diyememişim belli ki. Demek istediğim anlar hatırlıyorum tek tük. Hoşuma gitmemişti sonra da yüzleştiğimde kendi kendimle. Kazanmanın ölçüsü ne acaba? Para pul zenginliği? Gönül zenginliği? Fukaralık? Mal mülk? İnsanı huzurlu kılan ne? Huzurun ölçüsü var mı? Kim huzurlu kim huzursuz? Hangi devlet daha huzurlu, hangisi daha huzursuz? Amerika mı huzurlu? Dünyanın en güçlü devleti. Çin mi? Avrupa mı? Her dağın kendine göre dumanı var denilmiş ya ezelden beri. Var! Her bacadan tüten duman farklı, tütebilenlerinki tabii. Tütemeyenler de var.  Bir bacası olamayanlarda var. Bizde var başkalarında da var.
            Kim nasıl mutlu? Az mı? Çok mu? Ortası var mı peki? Maşallah bizim mutluluğumuz yüzde altmışlarda. Nazar değmesin kırk bir kere tü tü tü...
            Şu çeşme filmini ben de izledim sonradan, ben de ağladım birer damlacık. Ağlayamıyorum fazla. Gözyaşlarım içime aka aka tükenmişler. Defterin sonundaki sonuçtan önce yazılıydı tükendikleri. 
            El salladı ihtiyar giderken. “bu seferlik çaylar senden” dedi gülümsedi gözleri gözlüğün altından. “Görüşürüz” dedim ben de el sallarken arkasından. Baktım baktım bakakaldım.
                                                                                                                 Halil GÖNÜL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.