Perşembe, Aralık 29, 2016

SEVGİLİ OĞLUM'A


mektup, zarf, sevgi, şefkat,
Sevgili Oğlum'a
                                                            SEVGİLİ OĞLUM'A

            “Yapma Peltor’cuğum böyle, git uyu sen de ve beni rahat bırak, uyuyayım birazcık da olsa; haydi yavrum benim! Bak halime, perişan haldeyim uykusuzluktan.”
            “Olmaz, kalk. Ben söyleyeyim sen yaz. Bu sefer hep benim dediklerimi yazacaksın. Sen hiçbir şeye karışmayacaksın.” 
            Benim Peltor’ la başım dertte yine bu gece dedim kendi kendime; uyku sersemi halimle. Durmadan bir şeyler döküp duruyor gözlerimin önüne. Bazıları, yırtık pırtık sinema perdesinde görünenler gibi; kimileri silik, tıpkı eski yıllanmış fotoğraflara benziyorlardı gösterdikleri. Bir süre dayanmaya çalıştım belki vazgeçer diye ama nafile bütün çabalarım. “Keşke bir ses kayıt cihazım olsaydı da kaydetseydim konuşmaları; sıcacık yatağımdan çıkmama gerek kalmazdı” dedim fısıltıyla kendime. O kadar çok ihtiyaç duydum ki o kayıt cihazına; mutlaka alacağım bir tane. Yoksa baş edemeyeceğim ben bu pelteyle, pelte kılıklıyla.  “Her neyse canım adın!”
            “Ama anlaşmıştık seninle bu konuda, Peltor diyecektin bana; söz de vermiştin hani!” “Tamam, tamam özür dilerim, uyku sersemliği işte Peltor’cuğum. Tamam, mı, oldu mu? Haydi, uyu biraz, beni de rahat bırak!”
            “Haydi, çok sevdiğin oğluna bir mektup yazalım.”
            “Ne hakkında yazacağız peki?”
            “Hani o yemek vardı ya, okulu düzenlemişti ana sınıfındayken.”
            Gözlerimi ovuşturdum bir süre, dikkatimi çekmişti söylediği. Kulak kabartmaya devam ettim yorganı tepeme çekerek. Hiç de sevmem yorganı tepeme çekip yatmayı, nefesimin verdiği karbondioksit rahatsız eder bir süre sonra; buz gibi de olsa kafam dışarıda olmalı mutlaka, temiz hava almalıyım. Peltor sayıp döküyordu durmadan. Biraz canlandı gözümde o yemek zamanı. Bina, kalabalık, şehir dışında bir yer; çocuklar ve oğlumun şikâyeti. Benim davranışım! Yıllar geçmişti aradan. Peltor’a yumuşak davranmaya karar verdim bir süre sonra; ne de olsa kayıtlar ve arşiv ondaydı. Adam gibi çalışırsa bulup çıkarırdı her birini sıkış tepiş doldurduğu depolarından. Kendim uğraştım yatakta ama beceremedim.
            “Tamam, Peltor paşam. Şimdi gel bakalım sadete de dök şunları önüme doğru dürüst.”
            “Ben biliyordum eninde sonunda senin böyle yapacağını. Dayanamadın değil mi?”
            “Neye dayanamadım, neyi yapacağımı biliyordun Peltor?”
            “Neyi olacak, yazacağını. O sıcacık yatağından kalkacağını; anladın mı şimdi?”
            “Anladım anladım. Dur bari bir çay demleyeyim de tam olsun. Nasılsa uyutmayacaksın beni. Saat kaç haberin var mı senin?
            “’Çok naz âşık usandırır’ derler, saat 03,15 ise ne varmış?  Ben 24 saate programlıyım, seninse hiçbir programın yok. 24 mü, 36 mı, 72 mi hiç belli olmuyor. Benim programımı da sen bozuyorsun çoğu zaman. Doğru ya ‘Sarı dananın yanında kalan ya huyundan ya da tüyünden kaparmış’ derler. Ben sabah altıda kalkarım her zaman, ama sen ne yatmak biliyorsun ne kalkmak. Bana geldi mi nazlanıyorsun durmadan.  Haydi, kaldır kıçını da çabuk başla şu işe. Çok yolumuz var gidecek.”
            Neyse dedim kendi kendime ayaklarımı yorganın içinden çıkarıp döşekten aşağı sallarken. Perdeyi aralayıp baktım pencereden dışarıya öylesine, kimseciklerin ışığı yanmıyordu mahallede, cam da buğuluydu. Dışarısı çok soğuktu belli ki. Bıraktım perdeyi ve gönülsüzce terliklerimi geçirdim ayaklarıma; tıpış tıpış yol almaya başladım mutfağa doğru…
            “İstediğin oldu mu Peltor Paşa? Sen de ister misin bir bardak.”
            “Bırak dalgayı da başla.”
            “Nereden başlayacağız?”
            “Orasına da sen karar ver canım, o kadar da değil.”
            “Sana kaldık mı kara güne kaldık demektir zaten. Ben biliyorum başıma gelecekleri, aklıma soktun bir sürü şeyi; karman çorman hepsi de, bölük pörçük. ‘Ayıkla pirincin taşını’ şimdi. Öğleyi buldum demektir kesin. Doğru dürüst bir şey yazalım bari birinin eline meline geçerse sövmesin yazana. Bu zamanda belli olmuyor hiç, bakıyorsun internette bile dolaşırken insanlar, ayaklarının dibine düşüveriyor sarı yapraklar gibi bir tane kâğıt parçası; o da bizim yazı olur da hani; küfür yemeyelim durduğumuz yerde. Ucu sana da dokunur anlıyorsun değil mi dediğimi çokbilmiş Peltor Paşa?”
            “Amma da mızmızlandın be! Ben bile ısınmaya başladım durduğum yerde, şimdi okuyan değil ben basacağım kalayı sana. Kıçın kaşınmıyorsa başla bir an önce de işimize bakalım. Hep senin tepende bekleyecek değilim. Şu tozlu rafları düzenlemeye karar verdim, elden geçireceğim teker teker. Sen gibi yatmıyorum ben. Başşşşşla!..”
kavga, üzgün, şeker, barış, zaman,
Şikayet
                         Sevgili Oğlum,
            Hani o yemekte olanlar vardı ya, şu senin ana sınıfı mı yoksa ilkokul birinci sınıfta olduğun zaman. Galiba yıl sonundaydı bir yemek düzenlemişti okulun. Biz öğrenci velileri içerideydik, sen dışarıya çıkmıştın sıkılıp da. Akşam üzeriydi gittiğimizde. Şehir dışında bir yerdi, hatırladın mı? Belki de hatırlayamayacaksındır o günü ama ben hiç unutamadım; acizliğimi.
      Hani sen geldin bir ara yanıma da şikayet etmiştin arkadaşlarını bana, dövdüler diye. Birlikte dışarıya çıkmıştık arkadaşlarını bulmaya. Her taraf aydınlık ve çimenlikti. Arkadaşların koşuşturuyordu ortalıkta, oyunlar oynuyor şakalaşıyorlardı birbirleriyle.
            İkimiz el ele gelince birkaçının yanına “İşte bunlar baba bana vuran, karnıma yumruk vurdu şu” demiştin işaret parmağınla şişman çocuğu göstererek.” Hatırladın mı? “Neden vurdular?” diye sorduğumda da: “Şeker verdiler ben de aldım. Sonra bir tane daha verdiler onu da aldım. Sonra da biri beni tuttu kollarımdan diğeri de yumruk vurdu karnıma, canım yandı.”  Demiştin.
            Açıkça söylemem gerekirse elim ayağıma dolaşmıştı o anda, ne yapacağımı ve ne diyeceğimi bilemedim. Düşünmüştüm bir süre içim kan ağlayarak. Senin çektiğinden çoook çok daha fazlasını çekiyordum acının; içim parçalanıyordu lime lime o anda. Senin arkadaşlarındı onların hepsi de, bir yanlışlık vardı elbet ama çözümünü bilmiyordum, bilemedim o anda. Sana vuran şişman çocuk da çocukça saflığıyla “Oyun oynuyorduk, Özür dilerim” demişti senin gözlerine bakıp sonra da bana bakarak. Hatırladın mı biraz?
            O zaman düşündüklerimi hiç unutamadım, şimdi de hala düşünüyorum; doğru mu yaptım eğri mi diye hala. Çocuktunuz sonuçta, çocukların dünyası çok farklı yetişkinlerinkinden. Dövüşüp birkaç dakika sonra da barışıyordunuz sürekli. Ben bir büyük olarak sana nasıl cevap vereceğimi bilemedim ve o şişman çocuğun ifadesi ve vücut dilinden kötü niyetli olmadığını düşünerek sizi barıştırmak istedim. “Siz arkadaşsınız, bir daha olmasın. Haydi, barışın bakayım” dediğimde ilk önce şişman çocuk gelip sana sarılmıştı “Özür dilerim, istersen sen de bana vur” diyerek karnını çıkarmıştı iyice öne. O sana sarılınca sen de ona sarılmıştın birkaç saniye sonra da “Tamam” demiştin. Sonra da aynı çocuk “Haydi gel oynayalım” demişti senin o yumuşacık, minnacık elinden tutarak. Gidip birlikte oynamaya başlamıştınız tekrar. Hatırladın mı?
            Ben de sizin el ele gidişinizi seyretmiştim arkanızdan içim burkularak. Neden mi burkuluyordu içim?  Çünkü senin istediğini yapamamıştım belki de. O çocuğu dövmemi istiyordun belki de benden baban olarak. Seni korumamı istiyordun sana zarar vermek isteyenlerden. Çünkü o senin canını yakmıştı sonuçta. Ben ona en azından bir tokat atmalıydım sana göre, yaptığının karşılığını almalıydı. Bazen utandım kendimden, senin beni sevmekten vazgeçeceğini düşündüm o çocuğa vurmadığım için.
            Düşünmedim değil o anda vurmayı ama yapamadım. Siz meselelerinizi kendiniz halletmeniz gerekliydi ve kalıcı olmalıydı çözüm şekli. Ben o anda senin düşündüğünü yapsam bir tokat vursam o çocuğa, aranızda kinlenme olur; okul süresince kavganızı körüklemiş olurdum belki de. O kavga orada bitsin istedim, barışmanızı istemem de ondandı.
            Başka bir şey daha var aklımda hep düşündüğüm. Ben yetişkindim o çocuk karşısında. İstedikten sonra her şeyi yapabilirdim. Güçlüydüm ondan kat be kat. İşte o güçlülüğüm de utandırmıştı beni o anda. Keşke senin yaşlarında olsaydım da o çocuğu dövseydim sana acı verdiği için. Ama büyük olarak utandım o çocuğa vurmayı. Eğer sana o çocuğun babası vurmuş olsaydı işte o zaman iş değişirdi. Çünkü babasıyla güçlerimiz aşağı yukarı aynı olurdu. Tanımıyordum babasını ama isterse dev olsun bir yolunu düşünürdüm o anda ders vermenin. Korkum olmazdı hiç. Ama o çocuğa vuramadım, utandım düşününce bile. Yerin dibine girdim vuracak olmayı düşününce.
           
            İyi mi yaptım kötü mü? Bilmiyorum hala ama bazen doğru davrandığımı düşünmeden de alamıyorum kendimi. Çünkü: kavgadan herkes zararlı çıkıyor ben öğrendim bunu yaşadığım hayatta. O Peltor denilen var ya- tabii sen bilmiyorsun Peltor’u, beyin beyin, tepemizdeki beyin dediğimiz pelte kılıklı- bir an keyfi yerine gelsin diye istiyor kavgayı. Rahatlayıveriyor kavga edince. Bir sürü de sıvı akıttırıyor sağa sola. Veryansın ediyor ortalığı. Bir sürü ayak takımı da var etrafında. O ne derse onu yapıyor hepsi de. Ona da kızmıyorum artık uzun zamandan beri. Hak verdim durumunu anlayınca. Çok zor zamanlar geçirmiş yüzyıllar boyu. Aslında zavallı gibi de, canım acıyor bazen. Bir türlü kendini koruma korkusundan vazgeçememiş işte. Birisi höt dedi mi kaçıp gidenlerden değil. Dikleniveriyor ayak takımlarına güvenerek.
            Bu mektubu, bana yazdıran da o aslına bakarsan. Gecenin bir vaktinde yatağımdan kaldırdı beni. Şimdi çayını yudumluyor bacak bacak üstüne atmış ayaklarını yanımdaki sandalyede. Her yaptığımı izliyor kıs kıs da gülüyor bazen, işte o zaman tepem atıveriyor; al çaydanlığı geçiriver tepesine diye düşünmeden edemiyorum.
            Babacığım, bir tane oğlum, eminim sen de bir gün baba olacaksın. İşte o gün beni anlayacağından eminim. Beni o zaman affedeceğinden de eminim. Belki sen de aynısını yapacaksın isteyerek ya da istemeyerek.
           Sevgili oğlum, şimdilik ayrılmak zorundayım. Daha çok var söylemek istediğim ama sabah oldu tan kızardı. Peltor sırıtıyor karşıma geçmiş de. “Benden,  bir tanecik Peltor’ undan da kucak dolusu selam söyle” diyor. Seni hasretle öpüp kucaklıyorum sevgili oğlum ve seni çok seviyorum. Dünya bir yana sen bir yana, sakın unutayım deme bunu; yaşadığım sürece de böyle olacak. Peltor bile giremeyecek aramıza çünkü: izin vermeyeceğim ona. İsterse kıçını yırtsın tepemde, bana vız gelir tırıs gider dedikleri ve yaptıkları. Ben malımı iyi biliyorum çünkü.
            Sevgilerimle oğlum, yeni yılın kutlu olsun, umut dolu olsun; velhasıl tüm dileklerin yerine gelsin. Mutlu ol mutlu yaşa. Hoşça ve sağlıcakla kal sevgili oğlum.
            “Keyfin yerinde bakıyorum Peltor, neden sırıtıyorsun öyle pişmiş kelle gibi?”
            “Artık ölsem de gam yemem, bu karda kışta ve gecenin bu saatinde sıcacık yatağından kaldırdım ya, kendimi senden daha güçlü hissetmeye başladım; sırıtmamın sebebi bu, anladın mı şimdi meraklı Melahat? Her şeyi de merak edersin. Gördün mü merak adamın başına ne işler açarmış? Bir de bana bozuk atıyorsun, boş oturuyorum diye. Şimdi nasıl? Çalışmaya başladım ben de işte, hoşuna gitmeye başladım mı? Bundan sonra böyle, işine gelse de gelmese de. Ben ne dersem odur. Sakın aklından çıkarma bunu!”
            “Hadi canım git başımdan, ne halin varsa gör. Beni de rahat bırak artık. Kendime kahvaltı hazırlayacağım. Nasılsa gün doğdu, bu saatten sonra yatılmaz. Zengin bir kahvaltı ve tekrar demli bir çay, arkasından da az şekerli bir Türk kahvesi; sonra da ver elini Blog, Google+, Facebook, mesajlar ve biraz da araştırma. Merak ettiğim şeyler var. Sana dur durak yok, sen de bunu aklının bir köşesine yaz tamam mı Peltor’cuğum benim. ‘Son gülen iyi güler’ derler, kim gülecek bakalım sonunda?

  
                                                                           28.12.2016 -16.55                                                                                                                               Halil GÖNÜL               

2 yorum:

  1. Yanıtlar
    1. Daha Mutlu Yaşam,
      Daha uzun yorumunuzu almak isterim aslında. Bir uzman gözüyle bakmak başka elbette. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.