Pazar, Şubat 18, 2018

Akan Zamanda Önemsizleşen Zamanlar ve Akıl

"hay senin aklına!"

Zaman Önemliydi Bir Zamanlar

“Eeee bu gün de sabah oluyor” dedi kısık sesle yaşlı adam. “Yalnızlık kadar zor bir şey yoktur her halde bu dünyada, hangi akşam oldu da sabahını görmedim, olacak elbette, sabah da olacak akşam da. Yeni mi öğreniyorsun?” ağzından daha başka sözler de çıktı ama anlaşılır değildi. Hızla kalktı oturduğu sandalyeden.
Bir an durakladı olduğu yerde ayağa kalkınca ama kararsızlığını yenmeye çalışan bir hali vardı suratında.

Başını salladı iki yana ve başını kaşıyarak devam etti yavaş adımlarla. Odadan çıktı, karşısındaki duvara baktı sanki ilk defa görüyormuş gibi.
Bomboş bir duvardı karşısında ve her iki yanındaki duvarlar. Soluk yeşil bir renkle boyalı olan duvarlar kim bilir kaç yıllardır boyanmıyordu, hatırlamaya çalışır haliyle birkaç saniye dalgın dalgın duvarlara bakarak “yoksa siz benim hapishanemin duvarları mısınız?” dedi elini sağ yanındaki duvara dayayarak.
Belki de hapishane duvarları sizlerden şanslıdır, arada yıllar geçse de boyarlar her halde, sizler kadar ihmal edilmezler diye geçti aklından. Sağ yanındaki duvara sağ elinin parmaklarını sürterek duvar boyunca ilerledi. Duvar mutfak kapısına kadar gidiyordu. Mutfağın kapısına dayanınca eli birden çekti ve göğsünün üzerine sürterek sallamaya başladı.
Mutfağa girişinde daha ilk adımında bıraktı elini göğsüne sürtmeyi. Mutfağın ortasına geldiğinde durakladı yine ve etrafa bakınmaya başladı dalgın dalgın, bir şey arıyor gibiydi sanki ama ne aradığını bir türlü hatırlayamadı. Yemek masasına doğru iki adım attı.
Masanın üzerinde dağınık duran eşya ve poşetler arasından akşamdan bıraktığı demliği aldı eline ve kapağını açıp baktı, içine çayı koyduğu silindir süzgü doluydu. Hâlbuki her çay demleyip içtikten sonra boşaltırdı “olsun, temizlerim. Çok da önemli mi sanki boşaltmak?” aldı demliğin içinden süzgüyü ve bankoda bulunan çöp poşetine boşaltıp geriye koydu.  Demliği de bankonun üzerine bıraktıktan sonra su ısıtmak için su doldurdu damacanadan.

Kendince sırası vardı her işin. 

Sırasını bozmak istemezdi, zaman kazanmış oluyordu böylece kendine göre. Belki de hastalıktı, farkında olmadığı ama kendine göre zaman tasarrufuydu yaptığı. Her işi bir sıraya koyup, öncelik sırasına göre işlerini yaparsa biri olurken diğerini yapardı, adeta teşbih dizer gibiydi.
Su ısınırken ekmek keserdi örneğin, ısınan suyu demliğe koyup, süzgüdeki çayı da demliğe koyunca demlenmesini beklerken o zamanda da doğradığı ekmekleri ısıtırdı tost makinasında. Böylece kahvaltı zamanını en aza indirmiş olurdu kendince. Zaman önemliydi eskiden ama artık çok da önemi kalmadı, alışkanlık işte, alışkanlıklar kolay mı ediniliyor da kolay bırakılsındı onun düşüncesine göre.
Bir an hiddetle bıraktı yaptığı işi ve hiç ilgisi olmayan başka bir işe başladı. “Beklesin, paşaya kelle mi yetiştirecek bu zamandan sonra; zamandan bol nesi var bunağın?” diye çıkıştı kendine. İki yumurta aldı dolaptan. Tavaya çiçek yağı koydu, ocağı yaktı ve kızarmasını bekledi yağın tavada. Yumurtaları kırdı ve çatalla karıştırdı sarısını ve beyazını. Sade beyazı hoşuna gitmezdi pek yumurtanın.
Ağzına aldığı lokmalarını yavaş yavaş çiğniyordu özellikle. Zamanı önemsemeyecekti artık. Zaman kendisini önemsemiş miydi de o zamanı önemsesindi bundan sonra. İnadına zamanı oyalayacaktı aklı sıra.
Uykusuzluk oldukça yıpratıcı olmaya başladı, “ah ah! Neydi o yıllar iki gün uyumadan uğraşır dururdum iş güç diye de bana mı demezdim. Pelte yığını gibiyim, elim ayağım titremeye başladı bir gün uykusuzlukta.”
Ellerinin titrediğini fark etti yumurtaya banarken. Uykusuzluktandı. Oldukça bitkin hissediyordu kendini de. Bir an önce kahvaltıyı bitirip yatacaktı hemen. Ayakta duracak hali yoktu. Bir türlü inanmak istemiyordu haline ama görünen köydü işte. Gençlikte her şeye dayanılıyor da yaşlılıkta zor görünüyordu her şey. Daha öncelerinden iddiaya bile girebilirdi şimdiki durumlara düşmeyeceği konusunda.
Boşuna dememişler “büyük lokma ye, büyük söz söyleme” diye, yaşla ilgili hiçbir şey aklına gelmemişti yakın zamanlara kadar. Her şeyin zamanı var demek ki, zamanı gelince anlıyor insan başına geldikçe.
Son lokmasını ağzına koydu ve yavaş yavaş çiğneyerek ayrıldı masadan. Her şeyi olduğu gibi bıraktı yerinde, hiçbir şeye dokunmayacak, dağınık bırakacaktı bu gün. Değişiklik olsun bakalım ne olacak. Dünya ters dönmez her halde. Kapıya gelince dönüp baktı arkasında kalan masaya. Kafasını salladı iki yana ve hızı adımlarla uzaklaştı mutfaktan.
Duvarların eskimiş boyalarını kendine benzetti, kim bilir duvarlar ne kadar dertlidirler diye düşündü. Dişlerini fırçalamak geldi aklına ve döndü tekrar geriye ve diş macunundan nohut tanesi kadar koydu fırçanın üzerine, tam macun tüpünü bırakacaktı ki tekrar kapağını açıp biraz daha sıktı fırçanın üzerine. “Ölçü yok” diye mırıldandı gülümseyerek aynaya baktı.
Suratı da oldukça bitkin ve solgun görünüyordu, aynaya baktığına pişman oldu, gözlerini yumdu bir an. Fırçalamaya başladı dişlerini. Tokluğa aldırmayacaktı bu kez, hali yoktu ayakta durmaya zaten. Bırakıverse kendini yatağa, uyuyup kalacaktı sanki. Yatağa girmeye korkar bir hali vardı özellikle kış aylarında olurdu öyle korkusu. Yalnız girmek istemezdi buz gibi yatağa, girdi mi de çıkmak istemezdi sıcak yataktan. Deliksiz bir uyku uyumayalı ne kadar oldu, hiç hatırlayamıyordu. Uyandığında her zaman kendini yorgun hisseder ve en fazla üç saat kadar uyuyabilmesi de sıkıntı verirdi. Şöyle deliksiz bir uykuya neler vermezdi ki.
Yastığa başını koyup gözlerini yumduğu anda  “akıl” geldi aklına, bir anda karıştı kafası yine ve uykulu hali birden ortadan kalktı. “akıl satmak, akıl satanlar, akıl alanlar, akla ihtiyacı olanlar…” bir sürü şey geçmeye başladı ardı ardına. Şimdi gel de uyu sen diye kızdı kendi kendine.

hay senin aklına!..” 

“demek ki satabiliyor adamlar ki çoğalıyorlar, bu da gösteriyor ki akıl almaya ihtiyacı olan çok bu dünya da yoksa nasıl ayakta kalacaklar. Satanlar akıllı bari olsalar hiç canım yanmayacak. Akılsızlar sürüsünün olduğu yerde incir çekirdeği kadar aklı olanlar kıymete biniyor işte!”
“şimdi uyu adam gibi, sanki sen çok akıllısın da, gördük; sap gibi tek başınasın koskoca Dünya'da şu dört duvar arasında… "
"Yat aşağıya!” 

Yorganı çekti kafasına ve kafası yorganın altında kaldı. Hiçbir ışık giremez oldu içeriye. Sağ yanının üstüne dönüp bebek pozisyonu aldı çabuk ısınabilmek için…


                                                                                                                             09.02.18
                                                                                                                             Halil Gönül


Görsel: Google Görseller

6 yorum:

  1. Mizah anlayışınız gerçekten güzel :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Emre Bozkuş,
      teşekkür ederim. Anlaşılmak güzel. Yüreğinize sağlık. :)

      Sil
  2. yazıdan şunu anladım ; "bir zamanlar bu zamanları da yaşadık,bir zamanlar bunları da yaptık.." 🙂 görselle yazınız bütünleşmiş gibi,emeğinize sağlık.. 🙂

    YanıtlaSil
    Yanıtlar

    1. evet sevgili Ertuğrul Yıldırım, bir tür akmış zamanı süzgeçten geçirmek gibi bir şey.

      Sil
  3. Zaman değerli.
    Kime ve neye, nereye harcıyorsak o şekilde dönüyor, diye düşünüyorum.

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.