Salı, Mart 17, 2020

Zafer'in beynine ve kalbine saplanan paslı hançer.

Zafer’in Köy ve Şehir Düşüncesi

                Zafer aklından gelip geçenleri frenlemeye çalışırken sinirlerinin de gerilmeye başlamasıyla dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyordu ama nafileydi bu çabası. Saplanmıştı beynine, kalbine paslı bir hançer gibi.

            Zafer’in düşündükleri yakın tarihimizi ve içinde bulunulan durumu çok net açıklıyordu ama bu kadar kısa anlatımla da yanlış anlaşılacağından korkuyordu. Bu nedenle tekrar değerlendirmek gerekli adamakıllı diye kendisini durdurmaya ve başka zamana bırakmaya zorluyordu.
            Zafer’in demek istedikleri dökülmek istiyordu içinden, bardaktan boşalırcasına. Kendisi de bir köy kökenli olan Zafer, uzunca yıllar boyu şehirlerde yaşamanın ve şehirlere ayak uydurmanın ne demek olduğunu iyi biliyordu. Köyü ve köylüyü, köyden kalkıp şehirli olmayı, şehir ve köyün ayrımını en ince detaylarıyla iliklerinde hissediyordu.
            Köy dar ve her şeyinle kontrol altında olunan bir çevredir. İyi ve kötü yanları varsa da iyi ve olumluya yönlendiren tarafı oldukça fazladır köy hayatının. En başta doğayla baş başa ve içiçe olur insanlar doğumundan ölümüne kadar. Bazen insanlar doğaya bazen de doğa insanlara hükmeder. Derken anlaşırlar ortada. Kimse kimseyi yenemez haldedir nihai olarak.
            Köy cahil değildir ancak şartların elverdiği imkanlar kısıtlıdır. Verim düşüklüğü ve yetersiz ürün elde edilmesinin yanında asıl mesele hiçbir zaman köye ve köylüye sahip çıkılmamasıdır. Bilgi dağarcığı yaşamıyla ve yaşam alanıyla sınırlıdır. Bu bilgi dağarcığı yılların süzgecinden geçip yaşanılan günlere kadar gelen geleneksel bilgilerdir. Tüketmesi har vurup harman savurmak değil ihtiyaca göre yerinde ve tasarrufa yönelik tüketimdir, çünkü yarının ne getireceği hiçbir zaman belli değildir.
            Şehirde durumlar oldukça farklıdır  elbette. En başta tüketim alabildiğinedir imkanı dahilinde. Tamamen tüketime yönelik bir kalabalıktır adeta şehir. Çalıştığı ücretini neredeyse harcar, çoğunluk zaten yetersiz kazanmaktadır. 
            Şehirde altın külçesi bulacağını düşünen göçer birkaç yılda yılgınlık göstermeye başlar düşüncelerinde ve dalgalanmalar yaşanır duygularında. Gelecek kaygısı ağırlıktadır. Bütün sorumluluk ve iyi niyetlerine rağmen bir türlü işler yoluna girmez, bu durumda hal çaresi aranırken yanlış yollara sapılmaya başlanır cesaret örnekleri sergilenerek. Bazıları paçayı kurtarır, işleri yoluna girmeye yüz tutar bazıları da hayatlarını karartmış olurlar şansları yaver gitmediği için.
            Kurtlar sofrasıdır şehir, fırsat verirsen lime lime ederler insanı. Cesaret, iyi niyet vb. hiçbir işe yaramaz. Oyunu kurallarına göre oynamak gereklidir bu ortamda. Arz talep dengesi vardır malda. Her şey alınıp satılır, insan ve insanlık da dâhildir. Kimsenin kimseye güveni yoktur, gölgesinden bile huy kapar insanlar. Tek hâkimiyet güçtür ve gücü elde etmektir bunun yolu da paradan geçmektedir. Parayı cebine koyacaksın yoksa adamlık, insanlık beş para etmez. Kılık kıyafet adamlığı, insanlığı hâkimdir şehirde.
            Sonradan görme denilir bu tarz insanlara. En başta kendilerine saygıları yoktur ki başkalarına olsun. Dünyayı yaratandır adeta ve her işi gösterişten geçer, pohpohlanmayı çok sever. Alınıp satılmaya tamamiyle müsaittir çünkü sorumluluk duygusu diye bir kavram bilmez. İki satır okumuşluğu varsa da birkaç destandır, ayaklı destancıların sattıklarından. Sanılır ki dünyayı yalayıp yutmuş, her şeyi bilir, bütün kitapları okumuştur, onun kadar okuyan yoktur başka, o nedenle eline kimse su dökemez yalan söylemede. Genellikle gülünç durumlara düşer ama kendisine taltif olduğunu düşünür gülmeleri.
            Asıl mesele bu tür bir kalabalığın eğitilmesi de mümkün değildir artık. Çünkü her şeyi bilenlerdir bunlar. Yaşanılan bütün meselelerin altında da bu eğitimsizlik yatar zaten. Eğitimliler ise ayrı bir beladır sanki. Kendi dünyasına çekilmiş, zırhlarla örmüşlerdir çevrelerini. Oksijensiz kalması nedeniyle de renkleri soluktur.
            Renklerinin solukluğunu bolca yemekle, yediklerinin yarısını da dökmekle gidermeye çalışırlar. Çok konuşurlar ancak hiçbir şey anlaşılmaz konuştuklarından. Zaten söyledikleri kelimelerin epeycesi yabancıdır, yabancı kelime kullanmaktaki gayeleri çok şey bildiklerinin ispatı içindir. Dinleyenler de, “vay beeee!” demekle çok şey bildiklerini ispatlarlar. 

Devam edecek...

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Şehir hayatının zorluğunu görünce insanlar doğaya ve köylere kaçmak istiyor bir yandan.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Turgay Aksoy, sadece bir istekten öteye geçmiyor ama. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.