HonazD. |
Mağara
Şehirin ağırlaşmış havasından, gürültüsünden birkaç gün uzaklaşma isteğimle başladı içimdeki ateşlenme. Bazen cesaretsizlik sardı bünyemi bazen de roket gibi fırlama isteği. Mağaranın hayalini kura kura gerçek oldu beynimde.
Karanlık gecelerde açık arazide
sırt üstü yatıp gökyüzünü seyretmenin ne olduğunu yapmayanlar bilmez,
anlatılanlar da tam değildir çünkü o anki duygular anlatılamaz, tüm benliği
huzur sarar. Koruyan bir şemsiyenin altında güvende hissetmenin verdiği huzur hissi,
büyülenmişçesine hayran hayran seyrediş ve seyrettikçe kafandaki bütün duygu ve
düşüncelerin yıldızlara odaklanmasını anlatmak hiç de kolay değildir. Kısa
sürede uykuya dalmanın sebebini de açıklar huzur duygusu.
Mağara ve gece yıldız seyretme,
onların her biriyle sohbetler edip arkadaşlıklar kurma duygusu beni çileden çıkarmadan gidip yapayım
şu işi diye gaz verdim kendime. Yumruk kadar iki çocuk yapmamışmıydık yıllar
öncesinde, şimdi neden yapamayacakmışım!
Evdekilerin telaşlanmaması için
doğruyu söylemedim evden sırt çantamı alıp çıkarken. “bir arkadaşla kampa
gidiyoruz” dedim. Onlar dünden razıymış meğer. Kapıdan çıkarken beş altı
yaşlarında tıfıl bir çocuk gibi hissettim ama biraz yürüyüp durağa yaklaştıkça
aslan avcısı gibi hissetmeye başladım. Güçlüydüm, ataktım. Top tüfek, tank,
zırh … ne lazım gelecekse hepsine de sahiptim. Cesaretim vardı ne gerekirse
yapmaya. Dizlerimdeki sızı geçmişti mesela. Yürürken, üstelik sırtımda
yeterince ağır yük varken. Bedenimin her bir hücresi roket ateşliyordu beni
mağaraya ışınlamak için. Işınlamak dedim çünkü zaten haftalardır hayalini kura
kura oradaydım zaten. Şimdi sadece yürüyordum oraya varmak için. Köye varıp
oradan da yürüyerek mağaraya varmak bütün mesele. Sonra da iki gün kendinle
başbaşa, doğayla, yıldızlarla, kuşlarla, ormanların rüzgarda ve sakinken
–özellikle gece- seslerini dinlemek başka bir şeydir.
Köye vardım öğleden önce. Hava
oldukça sıcak. Yaz günleri köy boşalır adeta, işler yoğundur arazilerde. Hasat
zamanıdır. Saniyelerle yarışılır genellikle. Bir yıl gözüne bakılan hasat
olgunlaşma anında yağmur yerse gitti bütün emekler, hayaller ve umutlar.
Karınca gibidir insanlar tarlalarda. Şarkılar, türküler, şakalar gırla gider
böyle zamanlarda.
Kimse yoktu köy meydanında. İstediğim de kimseye görünmemekti mağaraya giderken. Kafayı yemiş diye düşünecekleri kesin. Bakkala da uğramadım, kahvenin önünden geçerken baktım kahve kapalıydı, bakkal da kapalıdır diye düşündüm. İhtiyacım da yok zaten erzak ve ihtiyacım olan şeyleri aldım gelirken. İki gün rahat barındırır. Mantarlar da ekstrası. Taze taze mantarlar, kını-kını daha bir çok ot var toplanabilecek.
Köye uzaklığı yaya bir saat
kadardır mağaranın. Mağaralar aslında üç adet. Her birinin girişi ayrıdır.
Balkon gibi yüzeye yakın bölümü çevreyi gözetlemek içindir. Mağaralara
yaklaşınca herşey canlandı önümde. İki tıfıl, sümüklü erkek çocuk yamalıklı don
ve sırtlarındaki paramparça entarileriyle içeriye giriyorlar biri diğerinin
kuyruğuna tutunarak.
Gülümseme oturdu suratıma. Ter de
boşandı sanki. Adımlarım daha yavaşladı bel on metre kala. Gelmiştim işte.
Tıfıl, sümüklü Zafer nerelerde acaba? O da burada olsaydı ne iyi olurdu.
Birlikte mantarları pişirirdik türküler eşliğinde. Derede balık hatta tuzak
kurup tavşan bile avlardık. Dağ keçilerinin inatlaşmalarını seyrederdik.
Konuşmalarını tercüme ederdi bana Zafer.
İçim buruldu bir an. Neredeyse
elli yıl öncesiydi. Yaşıyıp yaşamadığını bile bilmiyorum … neyse sızlanmanın
zamanı değil, bir an önce yerleşmeliyim balkonu geniş ve düz olan mağaraya.
Kalbim gümlemeye başladı mağaranın girişinden adım atınca. On metre kadarı karanlık,
balkona çıkış dar bir geçitten. Şişman olmayan bir insan rahatlıkla geçer
sürünerek. Geçtikten sonrası rahat.
Mağarada elli yıldır değişen bir
şey yok gibi. Görmeyince öyle tabii. El fenerini sır çantasının dibine koymak
hangi akla hizmetti acaba. Karanlıkta balkona çıkacağım mecburen. Üşendim
çantayı dağıtıp el fenerini bulmaya..
Balkona kafamı uzattığımda kalbim daha da hızlandı. Minder vardı, yanında toprak su bardağı, testi ve toprak su kupası. Minderin yamaları gözüme takıldı, tanıdık geldiler. Saçmalama oğlum dedim ve hızla çıktım mağaradan. Oradan biraz uzaklaştım kafamı toparlamak için. Heyecan sardı, elim ayağım titremeye başladı. Oturdum kimsenin göremeyeceği kuytuya.
Kuytuda nefeslendikten sonra
karar verdim diğer iki mağaradan hangisine yerleşeceğime. Ayı aklıma geliverdi,
yavruydu o zamanlar –elli yıl önce-. Yaz günü mağaradan uzaklaşıp beslenmeye
çıkarlar, kışın belki dönerler…
Minderli mağarayı görebilecek
durumda olmalıyım. Kimdir, yerli mi yabancı mı, hatta hırlı mı hırsız mı
olduğunu görmeliyim ki kalıp kalmamaya ona göre karar veririm tekrar. Üçüncü
mağaranın da balkonu rahattır, geniş ve yüksek tavanlıdır. Rahatlıkla uzanıp
yatılabilir. Kırlangıç yuvaları var ama olsun bana zararları olmaz. Yavrular da
uçmuş zaten.
Sanki yakın zamanlarda kalınmış
burada, temiz sayılır. Toz, örümcek ağları yok, temizlenmişler. Avcılar
kalmıştır belki de. Benim içinde iyi oldu, az emekle bir konak sahibiydim
artık. Akşam karanlığı basacak biraz sonra, ay çıkar yoldaş olur kurda kuşa.
Telefon arada gidip geliyor, sinyal kesiliyor ara ara. Belki kesilmeyen bir
nokta vardır ama önemli değil benim için. “Kötü haber tez duyulur” derler. Bir
şey duymadıklarına göre hayattayım demektir.
Ekmek, domates, peynir, salatalık
ile açlığımı bastırdım. Gece olduğu için fazla yemedim uyuyamam diye. Evde uyku
kaçıyordu benden. Burada yanıma sokuldu, sarılıyor arada bir hissettiriyor
kendini. Uzandım boylu boyumca. Tam dalmak üzereydim kuru ağaç dal kırılması
sesleri gelmeye başladı biraz ileriden.
Yerimden fırlarcasına oturdum.
Kalbim fırlayacak gibi. Ya yavru ayıysa. Ömürleri kaç yıl acaba ayıların? Yavru
ayıysa belki kokumdan tanır, tanış
çıkarız. Ya başka ayıysa. Een iyisi sırt çantasını içindekilerle birlikte
girişe tıkamak. … kim bilir kaçarken sı… akla geliveren işte.
Neyse sakin olmalıyım, korku,
panik kararları etkiliyor yanlış karar aldırıyor çoğu zaman.
…nefes alışlarımı bile seyrelttim elimden geldiğince bütün bedenimle çıtırtıları takip ediyorum.
Yavaş ama git gide yaklaşıyor
sesler. Nihayet çıtırtılar kesildi
ama toprak yolda yürüme sesleri başladı.
Pat pat, pat pat,
patpat …
Minderli mağaranın balkonunda
ışık belirdi. Demek ki kalan vardı. Loş bir ışık sızıyor etrafa. Köpek sesi
geldi. Birkaç kez keyifsizce havladı, daha ziyade mırıldanmaydı. Dost belledi
demek ki huzursuz olup velveleye vermedi ortalığı. Ben de rahatladım köpeğin
davranışından. Velveleye verse, kokudan mağaraya gelse ortalığı yıkarcasına
zafer kazanmış asker edasıyla patronunu çağırsa, beni bulmaları kesin. Akıllı
köpekmiş. … keyifli bir gece geçirmek istiyor.
Uykum çamlara çıktı karşı mağarayı izliyor benden uzaklaştı olabildiğine. Bir yıl kadar sürdü sanki uyuması. Bilirim köpek uyumaz. ne olur ne olmaz, “su uyur düşman uyumaz.” Baykuş, çakal sesleriyle uyuya kaldım. Sabahleyin erkenden dipdinç uyandım. Güneş ısıtmamış henüz. Komşularda hareket belirtisi yok daha. Gündüz gözüyle görmem gerek kim olduğunu. Tanıdık mı, değil mi?
Hayallerim yıkılmaya başladı.
Saklanmaya geldim adeta. Ateş yakmak istemiyorum yerim belli olmasın diye.
Kokusu yayılacak diye bir şey pişiremiyorum. Kahvaltıda peynir, zeytin,
salatalık, domates var yine. Salatalığı kütüüürt diye ısıramıyorum …
Köpek, “akşamın hayrından sabahın şerri iyidir” mi
dedi acaba. Gündüz gözüyle burnuna gelen farklı insan kokusunun peşine düşer
mi? Ne kadar akıllı acaba! Merak ve korkuyla beklemeye başladım sessizce.
Dönmeli miyim, kalmalı mıyım?
Karar vermeliyim belki de. Kafam karmakarışık. Günlerce hayalini kurduğum
mağara macerasının sonu mu? Kanımın ateşlendiği o hayaller nerede kaldılar? Şu
an bir kaçak gibi saklanıyorum. Saklanmak hissi bile korku salıyor çevreye. Her
şeyden korkulmalı mıydı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.