Gelincik |
MEKTUP
Bu gün yine çok geç kalktım, saat 15.10 gibiydi. Biliyorum nedenini:
gecem gündüzüme karıştı son zamanlarda. Ne yatmak canım istiyor ne de uyumak. Böyle olunca da sabaha kadar kumkuma kuşu gibi
pinekliyorum kendi kendime. Genellikle okumak ve gelen bildirimleri takiple
geçiyor zaman. Vakit çok hızlı geçiveriyor. Bazen acıktığımın farkına bile
varmıyorum, midem guruldayarak haber veriyor “Bir şeyler gönder bu tarafa”
dediğini duyuyorum. İşte o zaman kalkıp alel acele bir şeyler atıştırıp ayaküstü,
dönüyorum tekrar geriye; bazen de ekmek arası yapıp hallediyorum işi.
Hayatta çok
şeyin pratik yollarını bulmayı becerdim çoğu zaman ama mutlu, rahat ve vurdumduymaz
olmanın bir pratik yolunu bulamadım. Bazen kulaklarımı tıkayıp bütün seslere,
bazen görmezlikten gelip etrafımdaki her şeyi; bazen de boş ver canım, ne olursa
olsun “Elle gelen düğün bayram” nasılsa diyerek halletmeye çalıştım.
Olmadı,
olamadı, yapamadım gitti bir türlü. Bazen utandım kendimden, bazen sıkıldı;
çoğu zaman da kendi kendimi suçladım. Çocukların geleceği geliverirdi aklıma
çoğunlukla. “Haydi, bizden geçti artık da, çocuklar için geleceğe dair bir
şeyler yapılmalı” gibilerinden gelecek kaygısı ağır basmaya başladı
düşüncelerimde. İsmet İnönü’nün söylediği bir söz çınladı durdu böyle
zamanlarda. “Bu Ülke’ de namuslular da namussuzlar kadar cesur olmalıdır.” Demiş
zamanında.
Yıllardır
bir şeyleri birileri yapsın diye bekledi bu memleket. Şu anda da birilerinin bir
şeyler yaptığı Ülke’ de yaşıyoruz artık. Öğrencilik yıllarımdan hatırlarım “Savaşma
seviş” sloganını. Çiçekle böcekle uğraştırılmaya çalışıldı gençler yıllar boyu.
Becerdiler de! Adı romantiklik oldu o akımın. Çiçek, böcekle ilgilenmeyenler
anti romantik ve sevimsiz ilan edildiler çevrelerinde. Aynı siyasi gurup içinde
arkadaşlıklar yasaklandı “Onlar bacılarımız” diyerek ve bacıların namusunu
korudu gençlik yıllar boyu. Sevmek, sevilmek, âşık olmak horlandı düşünebiliyor
musunuz?
Hiç
unutmuyorum o yıllardaki bir anımı. Kız arkadaşımdan bir mektup gelmiş okula ve
öğrenci temsilcisi olan ve okulda hâkim durumdaki bir siyasi fraksiyonun
temsilcisi mektupları inceliyormuş tıpkı asker mektupları, cezaevi mektupları
gibi.
Güneşli bir
kış günüydü. Okula öğleden sonra erken gittim. Sabahleyin dersim yoktu çünkü. Daha
okulun bahçesinden içeriye adım atar atmaz gardiyan gibi bir tanıdığım öğrenci
beni birisinin çağırdığını söyledi ve onunla birlikte kantine doğru yürüdük. Kantin
kapısında temsilci çıktı kapıdan ve yanımda gelen arkadaş ayrıldı bizden. Temsilciyle
birlikte beş on adım yürüyüp güneş alan bir yana geçtik. Etrafta kimseler
yoktu. “Tamam” dedim içimden “Bir suçum var ve yakalandım” dedim. Ne olabileceği
hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Merak ve tedirginlikle bakıyordum yüzüne.
“Aga, al
mektubunu, çiçek böcekle uğraşıyorsun demek. Devrimci adam bu tür şeylerle
uğraşmaz…” gibilerinden söylenmeye devam etti ve mektubu uzattı. Başım dönüyordu
sinirden, sözleri uğultuya dönüşmüştü meselenin iç yüzünü anlayınca. “Sana ne
benim mektuptan!” demek geliyordu içimden ama olmadı daha kibar söyledim “bir
daha açılmasını istemiyorum mektuplarımın” diyebildim ve mektubumu alarak
ayrıldım. O gün dersler güme gitti tabii ki. Kim dinler hocayı. “Aşk başımda
duman.”
Mektup kız arkadaşımdan
geliyor ve O da kırlara gitmiş arkadaş gurubuyla ve kırmızı gelincikler,
papatya, daha da bir sürü çiçek toplayıp getirmiş evlerine. İçlerinden bir tane
gelincik çiçeğini mektubun arasına koyup göndermiş.
Mektubu açanlar
ve beni eleştirenler de benim sevip kıymet verdiğim arkadaşlarım. Gelin de
ayıklayın bu pirincin taşını.
Ne
yazacaktım nerelere geldim gene. Sözde bu gün geç kalkmamın sebep ve
sonuçlarını yazacaktım. Kelimeler çekti gene istedikleri tarafa. Peltor
yapmıştır kesin bunu gene.
12:01:2017
Halil
GÖNÜL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.