Salı, Nisan 04, 2017

Pazar Gözlemim-6-Cehalet ve Saygı

 Cehalet ve Saygı
Tezgahtar kadın
Cemile
             Merhaba tekrar, sevgili misafirler.
            Evet, bir hafta daha geçti tatlısıyla, tuzlusuyla, acısıyla sevinciyle. Peki hiç düşündünüz mü bugüne kadar? Ömrümüzden bir gün veya bir hafta daha geçti diye. Galiba yaş ilerleyince insanlar daha fazla düşünmeye başlıyor böyle şeyleri.
                Genç ve orta yaşlarda iş, güç, sevda, kara sevda, çoluk, çocuk derken zamanın nasıl geçtiğini pek anlayamıyor insan. Hele bir de kendi adınıza çalıştığınız kendi işyeriniz varsa daha da hızlı geçiyor zaman. Adeta sel gibi akıp gidiyor zaman denilen kavram. Benim için de böyleydi tabii ki, bazen öyle olurdu ki: Gün 24 saat olarak yetmiyordu işleri bitirmeye ve mutlaka devam edilmesi gereken durumlar olurdu ve işte o zaman da var gücümle yüklenirdim işe, zaman da neymiş?
                    Öyle bir kavram aklıma bile gelmiyordu hiç ta ki bitkin düşüp kendimi uyuklarken veya gözlerim kapanırken bulurdum. Hemen en yakın uygun bir yere uzanıverirdim bir saat kadar ve tekrar devam zili çalardı. Ama yine de “Neydi o günler!” diyorum kendi kendime. İnsan işle uğraşırken daha mutlu oluyor, başka şeyler düşünmeye fırsat bulamadığı için.
                Bu hafta Pazar içinde yine epeyce dolaştım. Dolaşırken bir bayan tezgâhının yakınına gelince dikkatimi çeken bir durum kulağımı tırmaladı ve gözlem için daha yakın çevrede dolaşmaya başladım.
                “Neden böyle durumlar gözüme batıyor ki, bana ne başkasından?” diye aklımdan geçirerek kendime de sitem ettim aslında. Ama yapamadım ve ön yargılı olmamak içinde işin içini dışını anlamak istedim.
                Yaşanan olay aslında çok basit hatta dikkat çekmesi gereken bir olay bile görülmez çok kişi tarafında. Ancak ben gibi kılın teki olursa işte o zaman batıyor göze. Hani derler ya:” Kendi gözündeki kazığı görmez, başkasının gözündeki çöp gözüne batar” işte böyle benimkisi de.
                Önümde 20 metre kadar mesafede elleri boş, 40-50 yaş arasında, mürekkep bulaşıklığı olan bir bayan o kadar aheste yürüyerek ellerini kollarını sallayarak ve bana bakan var mı gibisinden çevresini kollayıp arada bir kuyruğu omuzuna inan toplu saçlarını iki yana sallayarak ve kollarını da hafif yukarı çekerek tezgâha doğru yaklaştı gülümsemeye zorlanan bir suratla. Üzerinde kot pantolon ve ince krem renkli kazak vardı. Gayet kendinden emin ve dünyayı ben yarattım havası vardı üzerinde.
                Tezgâha yaklaştığında ben de birkaç kilo domates almak için poşet alıyordum. “Nasılsın Cemile-isim gerçek değildir-?” dedi tezgahtaki sergilenen bir şeylere dokunarak. “Hoş geldiniz Hayriye Hanım-isim gerçek değil- “dedi tezgâhın sahibi Cemile. Cemile'nin kırsal çevrelerden olduğu kıyafetlerinden belli. 40-50 yaşlarında ya var ya yok. Başında eşarbı, önünde takılı Pazar önlüğüyle o kadar sakin ve nazikçe cevap verdi ki dikkatimi çekti devamı konuşmaların. “Nasılsınız, iyi misiniz Hayriye Hanım?” dedi başını bir an Hayriye hanıma döndürüp yüzüne bakarak. “İyiyim Cemile” dedi Hayriye Hanım.
                Hayriye hanım bir şeylere dokunarak biraz zaman -5 dakika kadar- geçirdi tezgâhın çevresinde ve tekrar yürüyüp gitti hiçbir şey söylemeden. Benim de domates tartıldı ve başka şeyler seçmeye başladım bu arada.
Doğaya sevgi ve saygıyla yaklaşmalıyız.
Sevgi ve saygı
                Başka gelen bayanlar da oldu Cemile hanımı tanıdığı belli olan ve halını, hatırını soruyorlardı “Hayırlı işler Cemile Hanım-Cemile, kızım- nasılsın? Nasıl gidiyor alışveriş işeri?” diyorlar sıcak ve samimi bir ses tonuyla. Cemile de onlara aynı tonda büyüklük küçüklük durumuna göre “Sağ olun X Hanım-abla- “gibi cevaplar veriyordu. Davranışları daha sıcak ve cana yakın oluyordu.
                Anlatmak istediğim şey şu: Birinci durumda Mürekkep bulaşıklığı olan Bayanın davranışında kendini beğenmişlik havası olduğu gibi karşıya ve çevreye yansıyıp geri dönüşü de aynı tarzda oluyor. Denilir ya “Ne ekersen onu biçersin.” Aynen öyle oluyor işte ama Cemile'nin eğitim durumu ilkokul olsa bile kendi çevresindeki büyük, küçük sevgi saygısı, dar çevrenin denetimi altında olma durumu insanların davranışlarını etkileyip göze batanlarını fark etmesine yol açıyor. Böylece aslında fark etmeden eğitim de devam ediyor gelenek görenek anlayışları içinde. Kendi içinde bulunduğu çevre ve toplum içinde kabul görmesi de kendine güvenini artırıyor.
                Bence Cemile, Hayriye Hanım'ın burnu havada tavrını algılayıp ona göre hiç göze batmayacak şekilde ve nezakette resmi bir ifade kullanarak “Siz” ifadesiyle bu durumu pekiştirdi sürekli. Uzun zamandır tanışık oldukları hal ve tavırlarından açıkça belli olmasına rağmen bir türlü siz, biz resmiyeti aşılamamış olduğu belliydi. Diğer diyaloglarda bu durumun kırılmış olduğu, büyüklük küçüklük durumuna göre veya saygı duyulmuş olunması gereği daha sıcak ve senli benli ifadeler kullanılıyordu.
                Tabii bu arada askerliği bitirip geldiğim günlerdeki bu duruma benzer bir durum aklıma geliverdi hemen ve içim bir daha sızladı o günleri yaşamaktan dolayı.
                Üniversite bittikten sonra kısa zaman içinde askere gittim ve izne geldiğim zaman da yanına uğradım halını hatırını sormak için. Yanında stajımı tamamladığım ve bana oldukça mesleki bilgi katkısı olan inşaat mühendisi abiye; askerdeki alışkanlık halini alan sizli bizli saygı ifadesiyle hitap ettim. “Nasılsınız X abi?” dedim ve karşımdaki gözlerin bir anda sorgulamaya geçtiğini fark ettim ama iş işten çoktan geçmişti söz ağızdan çıkmıştı bir kere ve geri alınması mümkün değildi, karşıdaki kişinin kulağından beynine ulaşıp hızla işlenmişti bütün bilgiler ve gözlerinden de çok rahat anlaşılıyordu.
                “Teşekkür ederim Halil Bey, siz nasılsınız görüşmeyeli?” dedi, yüzüme hafif gülümseyen ve dalga geçen bir yüzle bakarak. Beynimden kızgın sular dökülüverdi o anda ve ben allak bullak oldum hatamı anlamıştım ama dediğim gibi iş işten çoktan geçmişti. Ne deyip neler ettimse de anlatamadım durumu. “Dil alışkanlığı dedim, özür diledim falan…” Askerlik bittikten sonra da uğradım zaman zaman yanına, ancak öğrencilikteki gibi sıcaklık hissedemedim artık. Demek ki çok kırılmış olmalı benim sizli ifademe.  “Sağsa kulakları çınlasın, aksini düşünmek istemiyorum.”
                Alışveriş işlerimi bitirip yine bizim ihtiyar delikanlıya 7 adet sac pidesi paket yaptırarak alıp eve geldim. Her şeyi buzdolabına ve raflara yerleştirdikten sonra bir kahve yaptım kendime yorgunluk atmak için…
                Kahvemi içerken bilgisayarı açıp facebook’a şöyle bir bakayım gibisinden giriş yaptım. Tanıdığım bir genel cerrah olan    Uzm.Dr. Cengiz Başkaya’nın bir yazısını gördüm ve dikkatimi çekti. Olduğu gibi alıyorum o yazıyı:
 “Araba yolculuğunda radyoda istasyon ararken bir canlı yayına rastladım. Sunucu dinleyicilerden hangisi soracağı soruya doğru cevap verirse bir iphone 7 hediye edileceğini anons etti. Soru şuydu: "İstanbul'da bir tane, İzmir'de iki tane olan, Ankara'da hiç olmayan nedir?" Telefonla bağlanan ilk dört dinleyicinin verdiği cevaplar sırasıyla; Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, Avrasya Tüneli, otoban ve İstanbul Boğazı oldu. Tamam otoban dışındakiler Ankara'da yoktur. Fakat İzmir'de iki Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, iki Avrasya Tüneli nasıl olur? Hadi bu hatalara bir kılıf uyduruldu diyelim, boğaz, adı üstünde İstanbul Boğazı. İzmir’de, hem de iki adet İstanbul Boğazı nasıl bir düşüncenin ürünüdür? İşin trajik yanı cevap verenler radyodan aranmamışlardı. Yani soruya ansızın muhatap olmuş, cevabı aceleyle vermiş değiller. Kendileri arayıp kendilerinden emin olarak cevap veriyorlar. Bu durum bazı insanların bedava bir şeyler kazanma uğruna gülünç durumlara düşmekten çekinmediklerini düşündürüyor. Cahil cesareti de denebilir. Fakat güzel kardeşim, cehaletin de bir üst sınırı yok mudur?
                Yıllar öncesinde okuduğum, bir araştırmanın sonucunu hatırladım "Cehalet" kelimesini okuyunca. İçerik olarak şöyleydi: "İş başvurularında Cahiller daha cesaretli davrandığı için işveren temsilcisinin isteklerinin büyük çoğunluğuna -bilmediği, yapamayacağı, eğitimi dahilinde olmayanlara bile- olumlu yanıtlar verdiği, haddinin sınırlarını aştığı ve işinde ehil, bilgili ve yaptığı işler örnek sayılabilecek insanlar haddini bilerek cevaplar verdiği için olumsuz cevaplar alıp sonuçta da başarısız duruma düşüyorlar." şeklindeydi. Örneğin: Sizin uzmanlığınız dışında dişçilik alanında "çok iyi anlarım ve yaparım" demeniz gibi bir şey bu durum.
                Dolayısıyla cehalet ve bilgi ters orantılı; bilgi arttıkça sınırlar daralıyor ve cehalet azalıyor. Bilgi olmayınca da cehalette sınır diye bir şey bilinmiyor doğası gereği. Bilen insan her adımının ıstırabını çeker, bilmeyense her adımının sefasını sürer. Dolayısıyla bilmek insanın kendi kendine verdiği bir ceza sanki. Dünya sistemi de bunu kullanıyor zaten. Bazıları bilgiyi, bazıları parayı ve sistem de cehaleti alıyor ele; yer misin, yemez misin? Herkesi de tokatlayıp duruyor döne döne. Hiç de başı dönmüyor Dünya'nın. Yorumunu yaptım bende sayfasında.
                Bazı insanlar cahil olduğunu fark ettiği konularda çaba gösterip eksikliklerini tamamlayarak bir başka adıma geçiyorlar ve yaşadıkları zaman içinde sürekli doğa ve çevresiyle etkileşim içinde kalarak alışverişlerine devam ediyorlar. Bu davranışlarının katkısı en başta kendilerine ve sonra da en yakınlarından başlayarak dünyanın gelişimine küçücük bile olsa fayda sağlıyor.
                Dünya’da cehaletin bitmesi istenmiyor aslında. Çünkü: cehalet biterse hiç kimse kolay yoldan hiçbir şey kazanamaz ve elde edemez. Çaba göstermek gerekir kendilerini kabul ettirmesi için. Ancak cehaletin yakadan paçadan aktığı ülkelerde cehalet baş tacı yapılıp bilge insanlar da tu kaka oluyor ve bilgi düşman kabul edilerek yerin yedi kat dibine batırılmak isteniyor.
                Bilginin ceza olarak görülmediği ortamlarda bilgi dağarcıkları sürekli gelişip doğaya kök salarlar, aksi durumda cehaletin bataklığında kuruyup gider. Cehalette korku, vicdan, ahlak, gelenek, görenek, bilgi, iyi, kötü … Daha çoğaltılabilecek kavramlar ortadan kalkıp tek bir kavramda birleşir her şey o da “Ben” dir. Her şeyi kendi çıkarına yönelik algılar ve yorumlar. Eğer çıkarına değil ve kendisine fayda sağlamıyorsa kötüdür, işe yaramazdır ve yok edilmelidir ona göre. Nasıl bir dünya ama?
                Neyse, daha fazla uzatıp siz sevgili okuyanlarımı sıkmadan burada son vereyim bu haftalık gözlem yazıma.
                Sevgi ve saygı dolu bir Dünya’da yaşamak dileğimle sizlere şimdilik hoşça kalın diyorum. Sevgi ve saygılarımla, her istediğiniz gönlünüzce olsun dileklerimle gelecek yazılarda buluşmak üzere.

           
                                                                                                                          04-04-2017-0614
                                                                                                                              Halil GÖNÜL  
Görsel:Pixabay.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.