Salı, Haziran 05, 2018

İddiayı kaybettim.

direk
Adam, Santimi Santimine Bildi

            Yanı başıma geldi. Dirsek teması durdu sağ yanımda, eliyle işaret ederek binanın karşısındaki yolun bitişindeki sokak lambası direğini gösterdi. “şu direğin olduğu yer buradan kaç metre vardır sence?” dedi. Yüzüne baktım önce, dalga geçip geçmediğini anlamak için.
            “ciddiyim ben, kim en yakın bilirse akşam rakılar diğerinden.” Dedi, gülümseyerek. Şöyle bir yola baktım, direğe baktım. Serde mühendislik de var ya, gözü keskin olur müyendisin. “tamam” dedim ve ilk rakamı söyledim. İkimizin de üç rakam söyleme hakkı vardı kural olarak.  Üç rakamımı da söyledim, yazdı not defterine ciddi ciddi.  Kendisi tek rakam söyledi, hem de santimi, milimine kadar. Dalga geçiyor benimle diye düşünüp güldüm geçtim. Gitti içeriden, fen işlerinden, şerit metre alıp geldi kocaman göbeğini sallaya sallaya.
O gelinceye kadar ben de kendime bir taktik geliştirmeye çalışıyordum fen memuru ve belediye başkanına dair. Belediye başkanını asıl ayarlayan fen memuruydu çünkü. Rüşvetler onun elinden geçerdi. Belediye başkanı olsa da kuyruğu onun elindeydi.
            Zabıta şerit metrenin sapını bana verdi ki, mesafenin ölçüsünü göreyim diye, bana da güvendiğini ima ediyordu aslında kendine göre. Ben sabit kaldım olduğum yerde, o direğe doğru gitti şerit metrenin ucu elinde. Direğe dokundurdu ucunu. “oku” dedi bana da. Okudum, okudum ama adamın söylediğiyle bir santim fark vardı, benim söylediklerimin en yakınına yirmi, otuz santim fark atıyordu.
            İddiayı kaybettiğimi anlamıştım o anda. Hakedişi alamayınca rakı parası da çıkmayacaktı hazırda. Borca girecektik anlaşılan. En kötüsü her zamanki yaptığım gibi tefeli alırdım kendisinden, sıkıntı fazla değildi bunun için.
            Birkaç saat geçti ama hala bir haber yoktu benim adamlardan. Aklıma bir nargile kahvesi geldi. Orada oturmuştuk daha önce. Telefonu da vardı rehberimde, kahvecinin. Aradım kahveciyi, sordum orada mı? Diye ama “çaktırma” diye de tembihledim kendisine. “tamam abi” dedi. Oradaymış ve oturuyormuş nargilesi önünde. Yeni başlamış nargilesine. Bu iş tamamdı bana göre, orada yakalardım ve en geç öğleden sonra mesai bitimine kadar hallederdim meseleyi.
3/4

Havanı Seveyim Müyendis(!)

            İçime biraz su serpildi. Hemen atlayıp gittim oraya. Beni göresiye rengi biraz değişti ama bozuntuya vermedi, hemen toparlandı. Topu başkana attı, kendi üzerine düşeni yapacaktı. Yarım saat içinde geriye geldik belediyeye.
            Belediyenin önünde inince ona sordum karşıdaki direğin mesafesini. O da doğru bildi santimi santimine. “helal olsun” deyince “daha dün ölçtüm de” dedi. “sen nereden biliyorsun peki?” diye sordu.  o şaşırdı bu sefer “nereden biliyorsun, dün burada değildin ki?” dedi.  “oğlum, buna müyendis gözü derler, ne sandın ya?” diyerek de havamı bastım. Girdik içeriye.
            Hakediş tetkiklerimiz bitti ve kendisi imzaladı imzalamasına ama ortalıkta başkan yok. Onun imzası olmadan çek işe yaramıyor. Sağı solu aradı, arattı diğer memurlara, sekreterine falan ama adam yer yarıldı içine düştü sanki. Yok, yok oğlu yok.
            Bu arada zabıta girdi içeriye, duymuş aradığımızı. “Ben biliyorum” deyince “nerede?” diye sordu merak edermişçesine.  “evinin balkonunda uzanıyor” deyince biraz bozuldu sanki bulduğuna. O zamanlarda cep telefonu yok, sabit telefonlar var.
            Aradık tekrar evi, yok dedirtti. Bir tanıdığa ziyarete gidermişçesine o tarafa gittim ve evinin inşaatını yapmıştım, hem bakarım hem de hal hatır sorarım ayaküstü diye düşündüm. Durumu çaktırmayacaktım. Evleri de yakındı birbirine. Dolayısıyla başkanı görünce de arabaya bindirip getirecektim imzaya ama zaman çok kısıtlıydı. Çeki alıp bankaya yetişme imkânı çok zordu.
            Bankaya telefon ettim bir tanıdığa “abi sen gel, biz hesapları toparlayıp kasaları kapatıncaya kadar gelirsen hallederiz, rica ederiz müdüre de” deyince canlandım tekrar küllerimden.
            Gittim, başkanı getirdim, bu sefer de muhasebeci yok olmuş. Çeki kesecek olan o. “nerede*” diye sordum, “kayın validesi aniden fenalaşmış arabasına atıp üniversite hastanesine gitti” dedi aynı odada olan diğer eleman. İçimden geçen küfürlerin haddi hesabı yoktu, kime, nereye denk gelirse sallıyordum içimden ama kimseye de dokunmuyordu.
            Benim iş kaldı pazartesiye. Tek teselli kaynağım pazartesi öğleye parayı çekmem ve herkese telefon edip büroda elden para ödemekti artık. Herkese bildirdim durumu. Ne yapsın millet, razı oldular, sağlamdı bende para nasılsa ama bu sefer biraz geç olmuştu. Olsun, bazıları beni teselli etmeye bile kalktılar.
            Korktuğum başıma geldi, zabıtadan tefeli para aldım iddia borcumu ödemek için.
Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Bu gerçek değil mi Halil Bey? Ne sinir bozucu bir durum. Desenize tüm kurumlar bu tip insanların elinde. Yaptıkları hep benzer şeyler zaten. Yani zorluk çıkartmak :(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet Ece Hanım, gerçek. Bütün amaç biraz daha fazla kıymet bildirerek söğüşlemek. :) Duymamışsanız eğer söyleyeyim size: "Rüşvet alan adam anlaşabilmenin kolay olduğu adamdır, tersi geçimsizdir bu camiada."

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.