Çarşamba, Nisan 25, 2018

Aksesuar Koca-1-Haydi Kızlar

"Çiğ köfte ziyafeti"

Karılar Parka, Kocalar Tepeye

            “Alo, kız Fatoş, haydi sen de çık, biz çıkıyoruz Zeliş –Zeliha- ile.”
            “Dur, dur kız, acelen ne, nereye çıkıyorsunuz?”
            “Kız, ne çabuk unuttun, yer kalmadığını geç kaldığımızda. Parka, parka.”
            “iyi, siz yer kapadurun, ben de benimkini postalayıp geliyorum hemen.”
            “Haaa Fatoooş, gelirken nevaleni de getirmeyi unutma tamam mı?”
            “Tamam, tamam, hadi baaay, öptüüüm.”
            Kadınlar kendi aralarında anlaşıp her zamanki gittikleri parka değil de bu sefer başka parka gitmeyi kararlaştırdılar kendi aralarında. Kocalarının ilk anda akıllarına gelemeyeceği yerlerden biri olduğunu düşünerek.
            Kocaları da kendi aralarında kararlaştırarak felekten bir gece çalmayı planladıklarının farkında değillerdi. Felekten bir gece çalmak, onlara göre sakin bir meyhane köşesi veya yerleşim yeri dışında çalı dibinde oturup dertleşmekti.
            Uzun zamandır bir araya gelememişlerdi. Anlatıp, içlerini dökecek çok şeyleri vardı anlaşılan.
Asım, arabasında taşırdı her zaman mangal takımını. Diğerleri de gelir veya buluşurlar nevale alırlar ve birlikte çıkarlardı tepeye. Tepe, şehri ayaklar altına alır, geceleri ay ışığında biraz sönük de kalsa sokak lambaları ve evlerin ışıkları; rengârenk olurdu her zaman, lale bahçesi derlerdi onlar bu manzaraya.
            Her zaman oturup derin derin bir iç çektikten sonra Asım: “Şu lale bahçesi, ömrümü yedi, ömrümü!” derdi de derinlere dalardı bir süre. Anlardı zeki ve Seyfo –Seyfi- yine dolu olduğunu, patlayacağını. Çok zaman da ondan gelirdi teklif. Bazen “atlayıp gelin hadi” derdi, acele ettirirdi herkese.
            Bu gün çiğ köfte yapacaktılar el birliğiyle. Asım’ın eline su dökülmezdi ya köfte karma konusunda, olsun yine de ucundan bucağından yardım ederlerdi işte. Kan ter içinde kalasıya kadar yoğurur bulgur ve eti, kıvamını aldığını hissettiği an küçük birer parça hazırlar üç parmağı arasında ağızlarına sokardı arkadaşlarının, ilk testti bu onun için. Eğer bununu kıvıran biri varsa tekrar başlardı bir fasıl daha geçmek için.
            En sonunda hazır derdi diğerleri de öyle dururdu yoğurmaktan. Aslına bakılırsa köfte yoğurmuyor da başka bir şey yoğururdu sanki. Derin derin dalar giderdi bu işi yaparken. Bu arada diğerleri çay bardaklarına rakıyı doldurur ve ağzına tutuverirlerdi bardağı, elleriyle kirletmesin diye.
            Bu gün hızlıydı hepsi de, bardaklar bir dolup bir boşalıyordu daha köfte hazırlanırken. Arada Seyfi marul ve diğer yeşillikleri halletmeye çabalıyordu. Zeki durmadan acı koyuyordu yoğrulan köfte hamurunun içine. Bol acılı severlerdi her zaman çiğ köfteyi.
Arada itiraz eden olduğunda: “Oğlum, ağzının tadını bilecen, şööle attın mı boğazını yakıp geçecek bu meret, annamazsın sen” derdi, bazen de sarhoş numarasına yatar fazladan kaçırırdı acıyı. İşte o zaman terlemenin dibine vururlardı hep beraber.
“Ellerin dert görmesin Aso-Asım-, valla konuşturdun yine bu gün. Macun, macun oldu mübarek.”  dedi Zeki. Marul yaprağından bir parça aldı ve irice bir köfte yapıp sardı ve Asım’ın ağzına koydu “aç bakayım yavruuum, hadi sıkılma AAAA de bakayıııım…” gülüştüler bunun üzerine açtı ağzını, arkasından çiğnedi yavaş yavaş. Tadını almak ister gibiydi.
Gece oldukça ilerlemek üzere yola çıkmış ve hızla yol alıyordu tepede. Havadan sudan konuşup durdular ama efkâr bastığı belliydi söylenen şarkı, türkülerden.  Çevrede başkaları da vardı ve sesler geliyordu koro halinde.
“ah ah, ah be dünya. Sen bilir misin sen, aksesuar olmayı bilir misin be yalan dünya. Aksesuarım ben aksesuar, anlayacağın aksesuar kocayım.”  Bardağı aldı yavaşça ve fondipledi birden.
“Dur oğlum dur, yavaşla biraz artık, tabutta götürmeyelim seni bu sefer. Vallahi Fatoş abla ağzımıza eder, yüzüne hasret kalırız sonra.”
Asım’ın dili zor dönüyor gibiydi, konuşmak için oldukça çaba göstermesinden belliydi. “Gidin işinize beee, karışmayın bu gün bana, ister tabutta götürün isterseniz atıverin bir çalı dibine; fark etmiyor artık, dayanamıyorum, dayanamıyorum be..”
Asım ilk kez böyleydi, hepsi de çok şaşırmıştı bu durumuna. Yılların arkadaşıydılar ama hiç de sızlandığını, şikâyet ettiğini hele de karısından dert yandığını hiç duymamışlardı. Kendileri arada bir karılarının dedi kodusunu yapmışlardı ama o zaman bile kendilerini susturmuştu Asım: “susun beee, karı gibi sızlanıp durmayın karşımda. Ulaan ne biçim erkeksiniz siz, iyiyse de kötüyse de karınız o kadınlar sizin, anladınız mı beni. Dedi kodu edecekseniz de gidin başka çalı dibine, benim yanımda etmeyin yeter ki” derdi. Dedikoduyu hiç mi hiç sevmezdi.
Ellerindeki bardakları yerine koydu birbirlerine bakarak zeki, Seyfi. Dikkatlice baktılar Asım'ın suratına ay ışığı altında. Gözleri yumulu, başı yukarıda, yıldızlara çevrilmiş halde, yaş taneleri boncuk boncuk yuvarlanıyordu yanaklarından aşağıya.

1/2

Devam edecek...

2/2 gelsin...
Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Çok sürükleyici bir hikaye olacak gibi. Asım'ın ne sıkıntısı varmış karısıyla bakalım, bekleyelim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İrem E.,
      fazla bekletmeyeyim, öyle değil mi. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.