Felaket |
Doğa ve Süreklilik
Ne gariptir
ki doğadaki her şey birbirine bağlı olmasına rağmen her bir yaşam formu
birbirinden ayrıymış gibi algılanır. Böyle algılanınca da bağlar görülmez ve
çok karmaşık bir yapı gibi görünür.
Doğanın
kanunu çok basittir aslına bakılırsa. Süreklilik, süreklilik için de bağlılık.
Bağlar sürekli değişmesine rağmen hizmet ettikleri tek şey vardır yaşam.
Yaşamın çeşitliliği de birbirlerine bağlıdır. Birbirlerinin uyumuna. Uyum
içinde çatışmasız bir halde devem ettirirler varlıklarını.
Çoğu
varlıkların yaşamları gözler önündedir ama her şey açıkça görünmez. Bağları
görünmezler. Ancak bağlardan biri veya bir kaçı koptuğunda doğa eksikliği
telafi etmeye çalışarak başka bağlar kurarak devamını sağlar.
En önemli
faktör insan faktörü olmuştur ve olaya da devam edecektir var olduğu süre
içinde. Bir gün gelip varlığının sona ereceğini de ihtimal dâhilinde tutmak
gerekli elbette. Çünkü insanın varlığı doğa için tehlike sınırlarındadır.
Tehlikeler her gün geçtiğinde artmaya başlamıştır çağdaşlıktan bahsedildiği
zamanlarda.
Doğanın
dengesi evrenin dengesinden ayrı bir durum değildir aralarında bir denge bağı
vardır ve bu denge bağı bu dünyada zarar görürse evreni de etkileyeceği
kesindir. Evrende her şey denge halinde devam etmekte, arada ortaya çıkan
dengesizlikler birçok zararlara yol açarak yeni bir dengeye kavuşmaktadır.
Örneğin dünyanın ekseninin açısının değişmesi evrendeki manyetik dengelenmenin
bir sonucudur. Bu durum da açıkça gösteriyor ki, dünyadaki önemli bir
patlamanın ortaya çıkaracağı enerji içinde bulunduğu evrenin manyetik
dengesinde dalgalanmaya yol açacak ve dengelerin yeniden gözden geçirilmesi
gerekecektir.
Kısacası
dünyadaki bir nükleer patlamanın şiddeti yüksek olur ve ortaya çıkardığı enerji
büyük olursa yalnızca dünyada felakete yol açmakla kalmayacak dünyanın içinde
küçücük bir zerre olduğu evreni de etkileyerek manyetik alanlarda değişimlere
yol açacaktır.
Belli bir
dengeye kavuşuncaya kadar oldukça uzun yıllar geçmiş olmasına rağmen denge
durumunun sürekli değişimi oldukça küçük değerlerde olması bozulmayı
önlemektedir. Görevini yerine getiremeyen bir denge unsurunun yerini başka bir
denge unsuru yüklenerek ilave olan yüküyle birlikte yeni bir denge durumunu
sağlamaktadır.
Ne yazık ki
dengesini sağlayamayan insanlar yaşamaktadır bu dünyada. Diğer farklı yaşam
tarzlarında dengeler sağlanıyor olmalı. İnsansı bir yapıdan uzaktırlar büyük
ihtimalle. Belki de enerji yoğunluklu bir yapı söz konusudur.
Eğer enerji
yoğunluklu bir yaşam formu varsa, dünya yaşamı da sürekli enerji üreten bir laboratuvar
vazifesi görüyorsa eğer, bu yaşam formunu daha fazla enerji üretebilen bir
forma doğru evireceklerdir. Her evrilme dengelerde az da olsa değişiklikler
yaratacaktır. Her şeyi bilen bir yaşam formu olması mümkün görünmese de çok
şeyi bilen bir yaşam formu olması muhtemel.
Bu zamana
kadar neden iletişime geçmediler? Diye sorulan soruya cevap çok açık ve
basittir bahsedilen durumda. Zaten iletişimdeler. Onların laboratuvarında birer
denek durumundayız. Farkında olamayan dünya yaşam formudur belki de.
İnsan
gitgide acımasızlaşacaktır bu gidişle. Acımasızlığın getirdiği yaşam şekli de
doğaya zarar verecek ve doğanın dengesini bozacaktır. Doğanın dengesinin
bozulması ise dünyadaki canlı yaşam formunu bozacak, belki de bu laboratuvarın
işlevini yitirdiğini düşünüp kapatacaklardır ve faaliyetlerini
sonlandıracaklardır. Olamaz mı?
Bir an başı
dönüp midesine kramplar giren Zafer başını gökyüzündeki yıldızlardan çevirip
şehirdeki renk cümbüşüne doğru çevirince bir sürü çoluk çocuğun ve
yetişkinlerin panik halde sağa sola koşuşturduklarını görür gibi oldu. Her yan
kırmızıya bürünüyor gibiydi, alev alev yanıyordu adeta. Meteor düşüşünü
canlandırdı gözlerinde. “sahi büyük bir meteor düşse ne olur?” sorusunu
mırıldandığı kulaklarına geldi. Bir anda terlemeye başladı, tüyleri diken diken
oldu. Kılıktan kılığa giriyordu vücudu. Hepsi kafasının yüzündendi olanların.
Elinden gelen bir şey yoktu seyretmekten başka.
Böyle
durumlarda uçuvermek isterdi her seferinde ama bir türlü yerinden
kıprayamadığını düşününce de zayıflıklarını görürdü. Hem güçlü hem de zayıf;
tuhaf bir yaratık şu insanoğlu diye geçti aklından. Her şeyin yolunda gittiğini
düşündüğü zamanlarda kendisini çok güçlü hisseden insanoğlunun gözü başkalarını
görmez oluyor ancak burnunun dikine giderken yere çakıldığında da en zayıf hale
geliyordu. Tuhaflık iç içeydi adeta. Biri varsa diğeri de gölgesi halinde
dolaşıyordu yanı başında. Güçlüyken her zaman güçlü zannederken zayıflığında da
en zayıfı olduğunu düşünüyordu. Aklı, vücudu mevcut duruma uyum gösteriyor
dengeyi buluyordu. Ölürken de yaşarken de belli bir denge içinde yol alıyordu
yokluğa doğru. Farkındalıkla yol almak kötüydü, alışık olunmayan bir durum ve
katlanılması zor bir duygu. Çaresizdi insan, katlanmaya zorunlu, katlanacak
önündeki süreci tamamlayıncaya kadar ta ki başka bir dengeye kavuşuncaya kadar.
O denge hali de ölümdür galiba.
Ölüm bir
denge hali midir acaba? Büyük ihtimalle evettir cevap. Bilinen yaşam formunda
her canlı doğar gelişir ve ölür. Hani şu enerjinin korunumu kanunundan
bahsediliyor ya, işte o kanun gereğince öyle düşünülüyor. Canlı yaşam formu
ölürken veya ölünce ışık hızına mı ulaşıyor o zaman?
Dönüşüm
kesin ama canlı bir vücutken cansız bir vücuda dönüştüğünde kül, toprak olarak
doğaya geri dönüyor olması dengeden kaynaklıdır belki de. Başka canlılara yaşam
desteği veren formlara dönüşerek katkı sağladığı kesin. Bu konuda çok farklı
inanışlar vardır ve gereğini yaparlar. Örneğin bazı inanca göre ölen kişinin
kemik ve etleri ayrılıp parçalanarak diğer canlı kuş türlerinin beslenmesine
katkı sunarlar. Bazıları yakarak küllerini havaya denize savururlar, bazıları
toprağa gömer gibi.
İnsanların
içinde bulunduğu çevre ve sosyal ortam neyi gerektiriyorsa onu
gerçekleştirirler böylece. Oluşturdukları ve ileriki zamanlara da taşıdıkları
inançlarının gerekleridir bu yaptıkları. İbadetleri de öyledir. Çaresizliklerin
çaresini bulmuşlardır bu şekilde. Dayanılması daha kolaylaşmıştır kayıplarına.
İnsanlar doğayı boyunduruk altına çalıştıklarında her şey daha berbat hale geliyor. Eskiden insanların doğaya saygısı vardı. Hatta doğa daha üstün görülürdü. İnsan besinine, kaldığı ortama, yaşam kaynağına zarar vermek istemezdi. Şimdi en basitinden kaç yaşında insanlar bile piknik alanlarına plastik çöplerini atıyorlar. Sonra bilmiş bilmiş "E bu çöpçü çalışmasın, iş yapmasın mı?" diye şeyler söylendiği bile oluyor. Son okuduğum kitaplardan biri tüketimle ilgiliydi ve insanların üretim alanından ne kadar uzaklaştığıyla doğaya verdikleri zararın ne kadar arttığı üzerine bir bağlantı kurmuşlardı. Yazınızı okuyunca aklıma o kitap geldi. Emeğinize sağlık.
YanıtlaSilçağdaşlaşma yutturmacası bütün pislik ve cehaletin üstünü kapatmaya yetmiyor.
Sil