Pazar, Şubat 19, 2017

Pazar gözlemim

pazaryeri

Pazar pazarı gözlemlerim

Merhaba Sevgili Misafirlerim,
Bugün oldukça geç kalktım yine; saat 13:30 gibiydi, evde kahvaltı yapmak istemedim. Hava çok soğuk olmasına rağmen dışarıda yapmak istedim kahvaltımı. Kahvaltıyı bahane ederek de yapmam gereken işler vardı, örneğin mutfakta domates salçası bitmişti onu almayı bahane ederek çıkmak istedim Pazar pazarına. Unutuyordum neredeyse, sarımsak da bitmişti. Yemeklere üçer beşer adet kesip biçmeden yalnızca kabuklarını soyup dişleri bütün olarak atıyoruz tencereye.
Nedense aklıma otlu pide takıldı bugün. Benim pelte kılıklı-beynime taktığım lakabtır- tutturdu da tutturdu “Otlu pide” diye ve düştüm yollara, hedefim Pazar pazarıydı. Oldukça büyük bir Pazar sayılır Aydın merkezde ve genellikle köyden gelenler ağırlıktadır bu pazarda. Yeşillik, sebze, meyve ve köyde yetişen ne aklınıza gelirse bulabilirsiniz bu pazarda. Yeşillik türlerinin her biri de bulunur; seçip beğenip alırsınız ne isterseniz.
Uyku sersemi bindim halk otobüsüne ve devam ettim. Aklımdaki yere vardığımda jeton düştü bana; geldiğim yer aslında Salı Pazarının kurulduğu yer idi. Hafızamda orası kalmış ve “kahvaltı, otlu pide” etiketleri beni oraya yönlendirdi direkt olarak. “Vay be!” dedim oraya varınca “Benim pelte kılıklının da bilgisayardan farkı yok, etiketlerle çalışıyor demek ki. Bundan sonra etiketleri iyi düzenleyeyeyim” diye takıldım kendime. Gülümsemeden edemedim tabii ki bu duruma.
Gözlerim yumuş yumuş, biraz da hayal kırıklığına uğramış olarak başladım yürümeye. İnat bu ya; illaki kahvaltı otlu pide ile olacak, hem de pazardaki kadınların pişirdiği otlu pide. Vay anasına yahu, ne biçim beyinmiş bu benim Peltor-Benim beynimin adıdır -. “Yürü yavrum” dedi bana. Durmak olur mu, ya da başka bir şeyle kahvaltı yapmak; asla. Devam o zaman.
Bir kilometre kadar yürüdüm aheste aheste ama kendime de kızmaya başladım bu arada. Birkaç kez niyetim değişir gibi oldu ama bir türlü gerçekleşmedi. Pazar göründü karşıdan. Kokuyu almaya başladı benim burun. Biraz sacda yanmış ekmek kokusu geldi esen rüzgarla. Kokuya doğru yürüdüm avcı tazılar gibi. “Yaşasın! Buldum işte” ama ne çare ki başında kuyruk var. İki kişi bekliyor siparişlerini. Birinin 10 adet, diğerinin de 6 adet.  Yine bir hayal kırıklığı küçükten. “Ne kadar zamanda bana sıra gelir?”  “Beş dakikaya” dedi yüzüme bakmadan, devamlı çalışan kadın. Bir de yardımcısı var, sacda pişiren; pideleri sürekli çeviren, yanmasınlar diye.
Neyse olan oldu artık, bekleyeceğiz. Bu arada başka alacağım şeyleri almaya gittim. Salça, beyaz inek peyniri, sarımsak, lahana ve yarım kilo da köy tarhanası aldım. Kalbimin kırıklığını gidermek için döndüm tekrar pidecinin yanına. Beni fark edince “İki dakika sonra sizinkiler hazır” dedi kadın bana. Kırklı yaşlarda, esmer, orta boylu bir kadın.
Nihayet benim iki adet pide oldu. Aldım paketimi: “Dört adet daha, paket olacak. Karşı kahvede elimdekilerle kahvaltı yapıp dönüşte alırım” dedim, parasını ödedim. 1,50 TL tanesi. Hemen oturdum kahveye ve bir çay söyledim. Dünya umurumda değildi o anda. Tek bir amacım vardı: Kahvaltımı tamamlamak. Çayın birazcık da olsa geç kalması bile canımı sıkmaya yetmişti. Bir lokma aldım çay gelmeden ve çok sıcakmış ağzım yandı. “Türkler, aş pişinceye kadar dayanırmış da soğuyuncaya kadar dayanamazlar” sözü geliverdi o anda aklıma. Demek ki bu sözün de etiketi “Yanmak” kızgın pideyi, ağzımın içinde döndüre döndüre ve nefes alıp vererek soğutmaya çalıştım ama gözlerimden de yaş geldi bu arada. Burnum geriye kalır mı, o da çözüldü aynı anda.
ucuz ucuz sebzeler.
sebze
Çayım geldi. Biraz bekledim pideler soğusun diye. Bu arada boş durmadım tabii ki, çaydan yudumladım birkaç kez. Beş on dakika içinde iki çayla birlikte bitirdim pideleri. Rahatlamıştım artık. Gözlerim de açıldı biraz. Ben kahvaltı yapmadan kendime gelemiyorum, böyle bir huyum var işte. Zararını görmedim ama, bazen olumsuz koşullarda canımı sıktığı oldu elbette. Bazılarının kahvaltı alışkanlığının olmaması çok tuhaf bir şey gibi geliyor bana.
Yaktım üstüne sigarayı ve bir de keyif kahvesi üstüne; artık bugün de sırtım yere gelmez benim. Kahvemi yudumlarken başımı kaldırdığımda karşımda – yolun karşı kaldırımında- tezgâhı başında oturan ana ve oğulun tavuklu pilav yiyişi takıldı gözüme. Tavuklu pilav satan arabasını iterek geçiyordu önümden.
Yaklaşık 60 yaşlarında kadın, sabahleyin soğuk olduğu giyiminden belli oluyordu. Elinde bir tabak tavuklu pilav tutuyor, karşısında da oğlu- yirmili yaşlarda, zayıfça ve kara yağız delikanlı- oturmuş; bacak bacak üstünde, ellerinde birer plastik kaşık ve ananın tutuğu tabaktan birbiri alıyor kaşıkları bir diğeri. Ne kadar da iştahla yiyorlar, hallerinden çok memnunlar. Bugün işleri iyi gitmiş olmalı.
Kahvemden yudumlarken bir süre gözledim ana-oğulu, fark ettirmeden onlara. Keyiflerini kaçırmak istemiyordum; fark edildiklerini hissettirerek. Dik dik bakmadan, kaçamaklarla bakıyordum sadece. Pazar’ın bütün meşakkatini yaşadıktan sonra böyle bir ödül çok iyi geliyordu insana; kendi geçirdiğim dönemler canlandı gözümde. Kısa bir süre- yaklaşık dokuz ay kadar-  ben de yapmıştım pazar işi. Akşam eve varınca bütün hesaplarını dökecekler ortaya ve hesap kitap yapacaklardır eminim; yenilen içilenler de hesaba dahil olacaktır ve şükür edilerek bohça kapanacaktır gelecek pazara kadar.
Ana-oğul pilavlarını bitirmeden ben kalktım kahveden. Pideci kadından paket siparişlerimi aldım ve pazarı dolaşmaya çıktım tekrar. Belki gözüme takılan daha başka bir şeyler olur diye düşünerek. Yarım saat kadar gezindikten sonra, dönmeye karar verdim.
19 Şubat 2017 Pazar-17:54

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.