Cuma, Ocak 19, 2018

Bizim Anadolu’da İnavasyon

             
Evlilik
                Tanırsınız mutlaka, Sevgili “deeptone” yani “sade ve derin” geçenlerde bir yazısını, "Buzdolabı" öyküsünü okurken aklıma geldi ve gülümsemeden edemedim.
           Yaz günlerinden birisinde parkta gölgede oturup bir kahve içeyim diye oturduğumda , yirmili yaşlarda evli bir kadının kendisinden daha küçük bir kız arkadaşına anlattıklarına kulak kabartmıştım.
                Anladığıma göre arkadaşı olan genç kız evlenecek ve aralarında çok hararetli bir sohbet geçiyordu. Evli genç kadın öyle içten anlatıyordu ki dayanamadım ve kabalığımı sürdürdüm oldukça uzun bir süre. Ne de olsa bir seneye yakın da olsa evli ve hoşuna giden bir yaşamı var olduğu çok açıktı. Henüz çocuk falan da olmadığı belliydi halinden.

                “Erkekler geç olgunlaştığı için kadınlara göre, erkeğin kadından en az dört beş yaşa büyük olması önemli, aksi halde denilen bir şeyi kavrayamıyor hemen. Anlayacağın kızım erkek dediğin biraz yaşça büyük olmalı kadından, yoksa işin zor; anlatacağım diye akla karayı seçersin, demedi deme sonra bana.”

                Bu cümleler oldukça uzun bir süre kafamın içinde dolanıp durdular, nereye oturacaklarını bilemeden. Hâlbuki okuduklarıma göre kadın doğum ve işler nedeniyle erken yıpranırlardı bilimsel olarak işte bu nedenle erkeğin daha yaşlı olması durumu dengelemek açısından önemli görülür diye bildiğim bir durum genç bir kadın tarafından çürütülmüştü bir anda. Genç evli kadın ev hanımıydı anlatışına bakılırsa, eğitimi de ilk ya da ortaokul olabilirdi.

                Başta söylediğim sevgili deeptone’ un kısacık öyküsünde dede ve ninenin durumu aslında hiç yabancı gelmedi bana alışık ve tanıdıklardı benim için. Isındım da dede ve nineye, akrabalık olabilir mi diye düşünmeden edemedim ve sonradan “Istanbol nereee, bizim memleket nereee?” dedim, olamazdı öyle bir şey. Belki de Anadolu dediğimiz budur kim bilir. Her şeyi kendi yaşamında çözmüş ve uygulayan o tatlı, tatlı sert ve içinde gizlenmiş sevgi dolu insanlar yaşamış ve yaşıyorlar hala bir yerlerde.
                Hikâye de geçen durum da doğru, yeni evli genç kadının dedikleri de yabana atılır gibi değil. Yerler ve kişiler farklı farklı olsa da bazı durumlar birbirine çok benziyor Anadolu’da. Düşündüm de Anadolu’da her şey fışkırıyor ancak fışkıranları ne duyan ne de gören var uzun yıllardır. Sımsıcak Anadolu ve Anadolu insanı kaybolup gitti sanki tek dişi kalmış canavar dişsiz ağzıyla bile eritti un ufak etti her şeyi.
                Devlete ana desek de baba desek de sahip çıkmadı Anadolu insanına, belli zümrenin çarkı oldu ve döndü durdu onlara doğru. Bu çark belli zümrenin değirmenine su taşımaya yaradı ve onun için kullanıldı. Analığı da babalığı da bir işe yaramadı zamanı geçiştirmekten başka.
                Anadolu insanı aciz ve çaresizlikler içinde yüzdüğü için en tehlikeli zamanlarda bile her türlü olumsuzluğa karşın ayakta kalabilmiş ve çareler üretebilmiştir, eğitimi de eksik edilmemiş olsa neler icat ederdi bu insanlar.

                İnavasyondan bahsediliyor şimdilerde, İnavasyon bu hikâyelerde yaşamın kendisi zaten, dünyadaki bütün evlilik terapistleri bir araya gelse ninenin ve genç evli kadının inavasyonunu yaratamazlar. Düşünemezler de zaten. Bunlar bilim kitaplarında veya renkli mecmualarda yazmıyor ki. Evlilik terapistleri istediği kadar “olumsuzlukları bir liste halinde yazıp gelin” desin ve taraflardan ikisine de taraf olduğunu göstersin. Yaramaz, riyakârlık da çözmez bu işleri.

                Bizim Anadolu ballı badem şekeridir aslında, yala yala bitmez, bitip tükenmez ayazda, donda. Her ne kadar sinse de veya değişmiş görünse de bazı şeyler tarihlerin getirdiği ve genlerine işlenmiş olarak taşınmaya başlanan şeyler kaybolmayacağından eminim ben. En başta sıcaklığı ve kendine olan güveni. Bakmayın sessiz kaldığına, “sessiz atın çitmesi pek olur” derler.
                Sağlıcakla, hoşça kalın.
                                                                                                                             19.01.2018
                                                                                                                             Halil Gönül
               
                
Görsel: Google Görseller

6 yorum:

  1. Ben bu yaş meselesine katılmıyorum. Kendinden küçük erkekle evlenen (birkaç yaş) ama erkeğin daha olgun olduğu durumları da gördüm. Bu nedenle bu kişilik meselesi bana göre. Erkek kendini geliştirmek istemiyorsa isterse aranda 20 yaş olsa da fark etmez.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Beyda'nın Kitaplığı,
      haklısınız elbette, yazıda bahsettiğim konunun beni ilgilendirdiği tarafı düşünebilir olması; kendince mantıklı olan bir yaklaşım ve öyle kabulleniyor karşısındakini.

      Sil
  2. Alıntılar yapayım önce, sonra yorumumu yaparım Halil Bey. Gelen kutumda yazılarınızın çoğu alt alta idi. Ne zamandır okuyamıyorum sizi. Okumak istedim, vaktim yettiğince. Deep'in yazısına da gittim, okudum, hoştu, anlamlıydı, yorum bırakıp döndüm size. Çok hoşuma giden yerleri kopyalıyorum yine,
    1-"Her şeyi kendi yaşamında çözmüş ve uygulayan o tatlı, tatlı sert ve içinde gizlenmiş sevgi dolu insanlar yaşamış ve yaşıyorlar hala bir yerlerde." Bu çok değerliydi...
    2-"Hâlbuki okuduklarıma göre kadın doğum ve işler nedeniyle erken yıpranırlardı bilimsel olarak işte bu nedenle erkeğin daha yaşlı olması durumu dengelemek açısından önemli görülür" devamını almadım, tam da burası için bir-iki kelam edeyim. Kadın genç olursa, bu yıpranma payı ile, pek de yıpranmayan erkeğin, gözüne ve hizmetlerine hitap edebilir düşüncesini, tam tersine çeviriyorum şimdi. Ben eşimden on yaş küçüktüm. Genetik bakımdan bizim aile kolay yaşlanmaz. Bu on yaş onun yararından çok, benim zararıma dönüşmüştü. Gençken, bir de polis olmasının etkisi olmalı, pek başımızda ve benim yanımda değildi. Yani hiç yatırım yapmamıştı. Bir de üstüne o kırk sekiz yaşında (içki ve dikkatsiz beslenmesi+motosikletli polis olarak çalıştığı dönemde kendisini aktör gibi hissetmesi vb. nedenlerle) direkt "Kronik Renal Yetmezlik", yani böbrek yetmezliğine yakalanıp tam on sene diyalize girince bu işte yine o kârlı çıktı. Ben daha otuz sekiz yaşında ve sıhhatli biriydim. O hastalıkta hasta kadar belki ve üstüne bir de, kapris yaptıran bir hastalık olduğundan, hayatımın en güzel dönemi, onun beni yormasıyla geçti. Bizimkisi değişik bir hikâyeydi, bilerek kendimden büyük birini seçmemiştim, sevdiğim insan o yaştaydı. Bunun ceremesini çok çektim. Hastanelerde kalmaktan, mantar hastalığına yakalandım. En önemlisi de, ağır bir depresyon hastası oldum. Yirmi sene oldu onu kaybedeli ama ben şu beş-on senedir ancak düzeldim.
    Güzel bir konuydu, tam da hayatın içinden.
    Son paragraf da çok doğru ve anlamlıydı. Elinize sağlık Halil Bey :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ece Hanım,
      İnanın çok üzüldüm, öncelikle eşinize Allah rahmet eylesin. hepsinden önemlisi de daha iyi olduğunuz bilgisi beni çok sevindirdi; ne yapalım bazı şeylerin önüne geçemiyoruz işte. Olanı bir kimsenin katlanamayacağı acılar yaşadığınız yazılarınıza da yansıyordu ama sizin yaşadıklarınızı bir an bile düşünmeye çalışınca kendimi kötü hissetmeye başladım. Umarım ve de dilerim önünüzdeki yaşamınız daha umutlu ve mutlu geçer.
      Bu yazıyı yazarken aslında kafamın bir yanında Köy yaşamındaki -1960-70 yılları- kadın, yani zor yaşam şartları, yokluklar, karasaban tarımı vb. vardı. Orada kadının yükü çok fazlaydı ve yıpranmazsı hem fiziken hem de ruhen çok olurdu. Her ne kadar erkek egemenliğinde bir toplum olsak da özellikle köy yaşamındaki doğayla, yaşamla başabaş mücadelede erkek-kadın ayrımı yapmıyordu doğa, her ikisine de aynı acımasızlıkla saldırıyordu. Bu nedenle kadın-erkek ayrımı, erkek üstünlüğü, erkek egemenliği kavramlarını şehir yaşamının içine girince öğrenmeye başladım ve o çocuk aklımla kavramaya, anlamaya ve çözmeye çalışırken hep içimden "anam böyle değil, şehirde kadınlar çok şanssız!" gibi çok cümleler geçiyordu.
      Sizin yaşam hikayeniz ise tam bir istisna sayılabilecek türde ve bir o kadar da hazin. Lütfen, geçmiş olsun dileklerimi kabul edin. Eminim daha iyi günleriniz olacak geçen her günde.
      Sizin yazılarınızı okurken ve sesli şiirlerinizi dinlerken kafamın içinde bir resim oluşur her seferinde; everest tepesi veya ağrı dağı gibi bir dağ zirvesi, zirvede sisli bulutlar, eteklere doğru hafif kar, aralarda kısmen yeşillenmeye başlayan kadifemsi toprak ve ovalarla çevrilmiş halde olur bu resim. Bu resimdeki zirve ve doğa hırçın değil tam tersine dik başlı ama bir o kadar da mağrur ve kucaklayıcıdır.
      Saygı ve sevgilerimle hoşça ve sağlıcakla kalın.
      Yorumunuz durumlara başka bir gözle de bakmamı sağladı, teşekkür ederim.

      Sil
    2. Halil Bey, inanın o kadar ferahladı ki içim. Beni anlamanız, şiirlerimi okurkenki ruh hâlimi sanki birebir hissetmeniz... Dilerim hepimizin görecek güzel günlerimiz vardır, birlikte yaşadığımız vatanımızda.
      Evet, bayağı zor günlerdi ama blog yazmaya başladığımdan beri iyiyim şükürler olsun. İyi ki yazmaya heveslenmişim.
      Sizin hanımların halinden anlamanız çok takdir edilmesi gereken bir yönünüz. Gerçekten, herkesin düşüneceğini sanmıyorum.
      Ben İstanbul'dan çok sıkıldım, zira çocukluğum Uşak'ta geçti, inanın oraları çok özlerim. O anlattığınız doğal insanlardan sevdiğim teyzeler, amcalar oldu hep, hâlâ unutmuyorum.

      Bu geniş yorumunuz için ve güzel dilekleriniz için çok teşekkür ederim.
      Benden de sevgi ve selamlar Halil Bey, Allah'a emanet olun .)

      Sil
    3. Ece Hanım,
      anlık da olsa ferahlamanıza katkı yapabilmek sevindirdi beni. Blog konusunda çok haklısınız; bir tür terapi oluyor aslında. Nazik yorumunuz için de teşekkür ederim ayrıca. Hoşça kalın. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.