Çarşamba, Ocak 17, 2018

İntiharın Eşiğinden Dönüş

"Affet beni, Al Çocuk!"
              Ana cadde boyu devam den kaldırım kenarından bir anda hızla döndü geriye, başını dimdik tutarak belini düzeltebildiği kadar düzeltmeye çalıştı. Adımlarını daha hızlı ve yere sert basarak geldiği yönün tersine döndü.
                İntihar etmeyi düşünerek geliyordu kaldırımın kenarına kadar, arabalar trafik ışığı yeşil yandığında alabildiğine hızlanıyordu. Kaç sefer gelip keşfini yapmıştı durumun.
             Nerede, kendini hangi tip arabanın önüne bırakıverecekti? Hepsinin tek tek hesabını yapmıştı aylardır. Hesabına göre kendini önüne attığı araba farkına varıncaya kadar sürüklemesi epeyce olurdu, ezilirdi kafası, kemikleri un ufak olurdu; kurtulması söz konusu bile olmazdı.
                Bütün hesapları aylardır ince ince yapan beli kambur, saçları sakalları beyazlamış ve uzamış olan adam bir anda fikrini değiştirip “hayır, ölmeyeceğim, fikrimi değiştirdim; daha fazla riyakârlık görmek istiyorum, nereye kadar gidecek çok merak ediyorum” diye mırıldanarak sertçe döndüğünde olduğu yerde, yaşama inatla sarılıp ve ölüme isyan edercesine karşı çıktı.
                Ölüm neydi ki sanki çok önemli bir şey miydi? Bir anda yok olup gidiyorsun işte, nesi matah bir şeymiş, ölmüyorum, ölmeye de niyetim yok ey Azrail. Gel al alabiliyorsan beni! İsyanlar vardı içinde, kendi kendine de isyanı vardı.
                Ölüm, seveni olanlar için önemli belki ama benim kimsem mi var da öleyim, arkamdan ne arayanım ne de özleyenim olacak, üzülen kimsem yok çünkü varsa da ben bilmiyorum, tanımadım bu güne kadar. Ölmek senin neyine, sürün işte ve sürünüp de şahlananları gör işte, neden inat ediyorsun ki ölmek için. Bırak başkalarına ölümü, ölümü, ölmeyi çok seven, isteyenler var nasılsa, bırak bir an önce ver sırayı onlara…  eğlence zamanı, eğlenme zamanı!.. Kendince söylene söylene asker rap raplarıyla devam etti yoluna.
                O kadar çok riyakârlık vardı ki çevresinde nefes almakta zorlanıyordu aralarında. Bulaşmak istemedikçe üstüne üstüne geliyorlardı her biri de. Merhaba bile demek istemediğini ilk düşünmeye başladığında bir an midesi bulanmıştı, anımsadığında o günleri, kendinden utanıyordu biraz önceye kadar ama artık utanmayacaktı, utanması gereken kendisi değildi çünkü çok geç farkına varabildi.
                Bu kadar riya ve riyakârın arasında konuşmamayı başarabilmek oldukça iyi bir meziyet, hatta delirmek dalga boyu değiştirmek gibiydi kendisi için. Bir tür frekans değişikliğiydi. Neden kendisini koruduğu hakkında sorunun cevabı kendisi için çok basitti aslında. Kendisine olan saygısındandı tabii ki. Kendisine saygısı olmayandan başkasına saygı nasıl beklenir ki? Önce kendisine saygısı olmalı insanın sonra çevresine.
                Issız bir dağ başında yaşama isteği var ama bunu şimdilik başarabilecek gücü kendinde bulamıyor veya şüphe duyuyor en azından. Zorunlu değil şimdilik eğer zorunluluk hissederse yapardı da. Artık kimseyi sakınmıyor kimseden de sakınmıyordu, ar damarı mı koptu ne? Her ne olduysa oldu, iyi de oldu. Daha rahat hissetmeye başladı kendisini. Kimsenin gözlerine bakma zorunluluğu hissetmiyor, kimseden de gocunmuyordu. Bir anda bütün yükü düşüvermişti kendisi istemeden. Kendisine sorsalardı belki de indirmek istemeyeceği yükler kalacaktı sırtında, böylesi daha iyi oldu.
                “Sahiden neden böyle bir şey düşünmüştüm ki ben? Neyi çözecektim kendimi yok etmekle?..” mırıldanarak yürümesi çevresinden geçenlerin dikkatini çekmişti ama onun hiç de umurunda değildi kimse. Dünya bir anda boşalmıştı adeta, hele şehir bomboştu. “hahayyyyt, heyt be! İşte bu, şimdi olduğum yer hoşuma gitmeye başladı!” ellerini ve kafasını tuhaf manevralarla hareket ettirerek ilerledi kalabalığın içinden yara yara. Herkes yol açmaya başladı, neredeyse selam durası geliyor hergelelerin diye geçirdi içinden.
                Hiç kimse kendi kendinden fazla deli olamaz, aştın mı kendini başka bir boyuta taşınıyorsun adeta. Ben her şeyi, herkesi duyuyorum ama beni hiç kimsenin duyamaması ne hoş. Zaten duymaları için de kimseye ihtiyaçları yok aslına bakılırsa; sadece kendilerini dinler onlar. Başkalarını duymaya başladıklarında bazıları girecek delik arıyorlar neredeyse veya kendilerini kandırmayı tercih ediyorlar.
                “Vay be! Bunların derdiyle dertlenip onlar için mi kendimi feda edecektim ben. Ne kadar da aşağılayıcı! Şunlara bak birer böcek bile değil, mini minnacık birer nokta her biri, ne kadar da abartmışım meğer. Birçok noktacığı bir araya topladığında bir şekil oluşturuyorlar, yapboz gibi. Boz yeniden yap, bir daha boz yine yap devam edip giden bir oyun bu.
                                                                                                                                                            
                                                                                                                                             16.01.2018
                                                                                                                                             Halil Gönül          

Görsel: Google Görseller

4 yorum:

  1. Ölüm, seveni olanlar için önemli... Ne kadar da doğru. Çok beğendim bu yazınızı.

    YanıtlaSil
  2. Yanıtlar
    1. Sevgili deeptone,
      yaşamın içinde o kadar çok mutsuz son var ki, yazılanların içinde bari değiştirelim şu durumu. Öyle değil mi? :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.