Pazar, Nisan 08, 2018

Pazar Gözlemim-47-Tıktıkçı, Tıklatınca

"Sızlanıp durma!"

Sızlanmak

                Bazen takılıyor değil mi, sizlerin de aklına olur olmaz kelimeler?
                Bence takılıyordur. Hem de olur olmadık zamanlarda oluyor bazen ama yararlı da oluyor aslına bakılırsa. İlk zamanda değil belki ama akıp giden zaman içinde üzerinde düşünülüyor o takılan kelimenin ve bir karara varıyor insan. Yoksa atılamıyor mendebur kelime kafadan.
                Benim de uzun bir süredir peşimi bırakmayan bir kelime var kafamın her yanında dolanıp duran. Bazen tık tık ediyor tam da kulağımın yanlarında. Geçenlerde tık tık sesini duyunca “he, ne var? Bir şey mi dedin?” deyince ne dese beğenirsiniz!
                Benimle dalga geçer gibi: “he, var, diyeceklerim var. Hemi de bi dene değil! “ demez mi. Epeyce kulak verdim kendisine. Çok da dertliymiş garibim; benden de dertli hem de. Ne dert, ne dert!
                “Bundan sonra sızlanıp durmayacaksın, benim aklımı bokuma karıştırıyorsun, iyi annadın mı beni?” dedi, söylediklerinin özetiydi bu yazdığım. Neredeyse bir ağzıma etmediği kaldı. Ama “sen benim ağzıma ettin, bıktım senden…”  falan, daha fazlasını yazmayacağım burada ve ikimizin arasında kalsın diye kararlaştırdık çünkü.

                İşte o takılan ve peşimizi bırakmayan kelime. “sızlanmak.”

                Ben sızlanıp durduğumu geç anladım, ağır canlıyım biraz da, fakat kulağımın arkasını tıklatana göre  “canlı cenazeymişim” öyle diyo.
                Sürekli sızlanma içinde olduğumdan, neredeyse her hareket ve her düşünce bana zulüm gibi geliyordu, farkına vardığımda su hendeği bölüyormuş neredeyse. Hendeksiz ve susuz kalacakmış benim tarlalar, farkına varmasaymışım eğer, bu yaz tarlalardaki ürün hapı yutmuş olacakmış susuzluktan.
                Sahiden dikkat ettim bir süredir, yemek yemekten bile acizlenir oldu benim beden. Suyu bile kırk kere düşünerek içer olmuştu, elime su bardağını aldım mı, içsem mi, içmesem mi diye aklından geçiyordu benimkinin.  Su içmek mesele değil de olur olmadık zamanlarda dışarı atması var ya birde, işte sıkıntı onda, tembellik var ya serde,  tuvalete gitmemek için su içmeyecek mendebur.
                Ne yaptım biliyor musunuz, ben de; verdim veriştirdim inadına, içer misin içmez misin? Vallahi bir de baktım değirmenci alinin beygirini koyup geçti koşturmada. Hani maratona soksan, kesin altın madalya alır. O kadar yani. Açıldı sonunda da biraz rahatladık, gün yüzü görmeye başladık.
                “Sızlanmak” kelimesi iyi bir kelime değilmiş anlaşılan. Hem karşıdakini sıkıyor dost kaybettiriyor hem de çökertiyor insanı. Sızlanmaya ayrılan zaman kadar başka bir işe zaman ayrılmış olsa, ohoooo Ferhat’ın yaptığından kat be kat fazla oyar insan kayaları. Ben anladım bunu.
                “Sızlanmak” sanki bir açık düşman insanın karşısında dikilip duran, nefesi bile kontrol edip ona göre pozisyon geliştiriyor hemen, insanı zapturapt altında tutuyor sürekli ve rahat bir nefes bile aldırmıyor. Bazen öyle oluyor ki; nefes almak bile canı istemiyor insanın.
                Durumu anlattı ya benim kafanın içindeki tıktıkçı, bazen iyi anlaşırız biz ikimiz; bakmayın benim ondan tarafa sızlandığıma arada bir. Onu kaşıyorum sadece.  İşe yaradığını biliyorum ben kaşıma işinin. O da beni kaşıyor ya! Kaşıyanı kaşırlar, öyle değil mi?
                Karar aldım kendimce; bundan sonra sızlanmak yok öyle oturduğum yerde. Hareket olan yerde bereket olurmuş ya hani, bahar da geldi sayılır zaten. Şöyle gezip dolaşma vakti geldi sayılır buralarda. Kış boyunca sızlanmanın bıraktığı etkileri de atmış olurum böylece.
                Hani ne derler; “neşelinin ve zenginin etrafı kalabalık olur her zaman.” -ben diyorum 👈👀😍- Genellikle doğru bulurum bu tabiri. Neşeli insanlar etrafına neşe saçarlar ve neşeye özlem duyan insanlar da etrafına toplanır böylece.
               İnsanlar kendi içinde hüzünlüdür aslına bakıldığında ama bazıları saklamasını becerebiliyor galiba, işte her zaman neşeli görünen insanlar da böyleleri.
                Zenginlik kalabalığına gelince: daha başkadır o kalabalık, ya çıkar peşinde olmaktan ya da kendine elbise biçmek için oradadır.
                Her iki durumda –neşeli ve zengin- da durum ve şartlar değiştiğinde işler ve görüntü de değişiverir birden. Çok fazla kendini kaptırmamak lazım bu durumlara. Her zaman hazırlıklı olmak gerekli yalnızlığa. Kendi içindeki kalabalık en iyisidir belki de. Sayı olarak çok fazla olmaz bu kalabalık ama yine de yetinmesini becerebilenler kılıktan kılığa girmekten kendilerini kurtarmış olurlar.
                Teşekkür ederim huzurunuzda benim tıktıkçıya da. Bu tıktıkçı başka tıktıkçı ha! İş çıkarmayın. Tepemde gezinen tıktıkçı bu. Tepemden hiç inmiyor. İşini biliyor anlayacağınız. Siz taşımıyorsunuz sanki tepenizde. Var mı taşımayan tepesinde? Hiç sanmıyorum.
                Hadi hoşça kalın, ben kaçıyorum. Bundankeri böööle garik. J
                                                                                                                             06.04.18
                                                                                                                             Halil Gönül


Görsel: Google Görseller

6 yorum:

  1. hoşçakalın kaçıyorum dediğinize göre umarım blogu kapatmıyorsunuzdur..bence yazmaya devam edin,güzel fikirleriniz var..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ertuğrul Yıldırım,
      :)) hayır, mızmızlıktan kaçıyorum, tıktıkçı'dan kaçtım. Blog'dan kaçar mıyım ya' tek teselli kaynağım o benim. Bebişim, bebişim. Büyüteceğim. Teşekkür ederim. :)

      Sil
  2. "Tık tık tık" ksesi seri bir şekilde fısıldanıyor kulağıma. Oradan beynimle ve son olarak da kalbime. Çocukluğum bütün masumiyetiyle yitirdiğim zamanların anlık dakikaları bir tavuğun usanmak bitmeyen oburluğu. "Her tık tık" sesinde başını eğip kaldıran kırmızı ibikli tavuğum benim. Artık nostaljik bir saat bile bu yaşımad heyecanlandırıyor beni. Bazen kendimi sonuna kadar kurulmuş çelik bir masa saati gubi hissediyorum desem yalan söylememiş sayılırım. Ramazan gecelerinde sahura kalkmak için kurduğumuz saatleri düşünün, bazen boş bir teneke içinde nasıl da çınlardı ve zıp zıp oynardı bir bilseniz. Bir de "Çıt çıt çıt" çdk nazik ses çıkartan köstekli gümüş cep saatleri vardı dedelerimizin. Avcı yeleğinin ilik kısmına bağlı olarak cebinden çıkarıp baktıklarını bilirim. Namaz vakti gelmiş; müezzinin eli kulağında derlerdi.
    .....
    Sızlanmak benim haddime mi!... Çocukluğumda bile sızlanmak keyfini çıkartamadım diyebilirim. Bulduğumuzu paylaşıyor bulmayınca da şükretmesini biliyorduk. Sanki çocuk değildik biz; olgun bir nefer gibi daha çocukluktan hayatla savaşıyorduk.
    ....
    İki duyguyu baskın olarak yaşadım ömrüm boyunca; bir baraj boşanır gibi boşanıyor sevgi ve hüzün kalbimden. Bazen başım dik azgın bir atı dizginler gibiyim, bazen boynu bükük yalvar yakar seccadadeyim. Kalbi sökülmüş bu fani dünyada çelik gibi irademle , çelik gibi sağlam zembereğimle masa üstünde "Tık tık tık" vakit dolduran bir saat gibiyim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Profösör,
      bu güzel duygu paylaşımınız için teşekkür ederim. Sanıyorum eski kuşaklar olarak hayata daha erken, çocuklukta atılıyordu insanlar ve neredeyse emeklemeden yürüyorlardı. Mızmızlanmak kimin haddineydi sanki. Çalışmaya devam etti saat tık tık tık diye nazikçe bazen hoyratça. :)

      Sil
  3. Sizlananları hiç sevmem, hayatımda hiç sızlanmadım. İyi bir huy değil 😊

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de oldum olası sevemedim sızlananları ama kendi içimden sızlanıyormuşum kendi kendime aslında; farkına yeni vardım ancak. :)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.