Salı, Eylül 04, 2018

İstenilmeyen Bayramlar

"25 kuruş"

Yirmi Beş Kuruş

            “Bırak her şeyi de kendine bak, bayram geliyor yine.” Fısıltıyla bir başkasına bir şey anlatacakmış gibi yutkunarak bir an dalıp gitti uzaklara. Kaybolduğunu hissetmeye başladı aşağıdaki şehirin sokaklarında.
            Çocukluğunda geçen bayramları düşünmeden edemedi. Hele bir tanesi vardı hiç unutamadığı. Kardeşi de küçüktü kendisi de. Kendisi on beş yaşlarında kardeşi de on yaşlarındaydı. Yalnızdılar koskocaman şehirde. Yalnızca ikisi vardı sanki. Yine bayram gelmişti hiç kendilerine sormadan. Eğer bir soran olsaydı “gelme” derdi. Eziliyordu zafer özel günlerde.
            Bayram öncesi akşam kendisi planlar yaptı kardeşine bayramlardaki hissettiği garip burukluğu hissettirmemek için. Cebini yokladığında yirmi beş kuruşu vardı başka da parası yoktu. Yirmi beş kuruş ancak bir çay satın alabiliyordu. Dışarıya çıktığında yemek yiyecek paraları yoktu ancak evde bir şeyler atıştırdıktan sonra çıkabilirlerdi.

            Sabahın erken saatinde kahvaltılarını yapıp çıktılar evden ve yaklaşık bir kilometre kadar yürüyerek ana cadde üzerindeki parka doğru yol aldılar. Sabah sabah bu kadar mesafe yüründükten sonra oturup bir yerlerde dinlenmeleri gerekiyordu. Park boştu daha. Öğleden sonra oldukça kalabalık olurdu hele bayramlarda daha da kalabalık olurdu ve oturacak yer bulamazlardı. En iyisi kimse yokken ağaç altında gölge bir yer bulup oturmayı düşünerek bir masa aradı gözleri. Kardeşi hiçbir şey sormadan yanında yürüyordu.
            Bayramlar bir zamandan sonra hoşuna gitmez oldu. Daha eskilerden hoşuna giderdi, olmadık hediyeler çok seyrek olmuştu ama yine de olmuştu vardı anılarında. O iyi zamanlardaki bayramları düşünerek kendisini avutmaya çalıştı bir süre.
            Olsun, her şeye rağmen umutları vardı içinde hem de bitip tükenmez umutlardı onlar. Şu ilk günü atlattığında günlerin ağırlığı azalıyordu ve normale dönüyorlardı günler arkasından da biri gelip biri gidiyordu, hiç durmuyordu gelip giden günler. Elbette gelecek günler kendileri için de iyi olacaklardı. İnanıyordu tüm kalbiyle. Okuyacaktı bütün bunları derinlerde kalacak şekilde gömmek için.
            Parka girip gözüne kestirdiği ilk masaya geçip oturmazdan önce etrafına bakındı kimseler var mı diye ama görünürde kimseler yoktu. Garsonlarda binanın içindeydiler ve ilgilenen kimse görünmüyordu park ile. Rahatça oturabilirlerdi bir süre ama ya gelirlerse sipariş almak için. O zaman ne yapacaktı, bir çare düşündü. “arkadaşlar gelecek, onlarla vereceğiz siparişleri” demek aklına geliverdi. İyi fikirdi bu durum. En azından nefeslenebilirlerdi.
            Kardeşinin dondurma isteyeceğini düşününce beyninden aşağı sıcak sular dökülüverdi ve terlemeye başladı. Dondurma parası yoktu ki alabilsin. Elbette alıvermek isterdi ama bazen mümkün olmayan şeylerin olabildiğini şu kısacık yaşamında öğrenmişti artık. Ayağını yorganına göre uzatmayı daha çocukken öğrenmiş olduğundan hiçbir şey fazla etkilemiyordu kendisini.
            Kardeşini laflarla oyalamayı düşünerek neşeli anılarından bahsetmeye başladı. Bazılarını kardeşi de hatırlamış olduğundan güle güle dinliyordu abisinin anlattıklarını. Abisi biraz değiştirse de yaşanılanları böylesi daha iyi geliyordu her ikisine de.
            Zafer sıklıkla etrafını kolaçan ediyor parka giren veya kendilerine doğru yönelen bir tanıdık olup olmadığını kontrol ediyordu. Eğer bir gelen olursa ve masalarına oturursa bir şeyler ısmarlamak gerekecekti. İşte bu durum mümkün olamadığından hemen kalkmayı kafasına koymuştu.
            Bir an kaskatı kesildi. Nefesi tıkandı adeta. Terlemeye başladı. Ana caddenin kaldırımı oldukça genişti ve insanlar yürüyüşe çıkarlardı bu geniş, uzun ve hareketli cadde üzerinde. Uzakta çatallaşan yolun olduğu yerde bir arkadaşı parka doğru yöneldi, parkın içinden mi geçecekti kestirme olsun diye yoksa kendilerini mi görmüştü de geliyordu emin değildi durumdan. Emin olmak için az bir zaman aralığı vardı. Bekleyerek anlayacaktı ama yakalanmamalıydı. Eğer yanlarına doğru yönelecek olursa kalkmaya hazırlanıyormuş gibi davranıp hemen kalkabilirdi arkadaşına fark ettirmeden. Neyse ki parkın içindeki taş döşeli yoldan sapmadan yürümeye devam etti kendilerini geçerken de “merhaba” dedi gülümseyerek. Acelesi vardı anlaşılan bir yere gidiyordu ve kestirme yolu kullanarak gitmek istemişti sadece.
            Boşuna ayağa kalktığını düşünen Zafer tekrar oturdu yerine. Zaman bir türlü geçmek bilmiyordu. Bir an önce akşam karanlığı çöküverse ne iyi olacaktı evlerine gidip uzanacaklardı hiç olmazsa. Ev sahiplerini bayramlar sonra geçerlerdi kendi oturdukları odaya. Bir odaydı kiraladıkları yer onlar ev diyordu bu odaya. Yanlış da sayılmazdı. Kafalarını sokacak bir yerdi işte sonuçta. Yağmurdan, güneşten de koruyordu bu oda kendilerini. Herkesin evi aynı işe yaramıyor muydu sanki. Kendi evleriydi tek bir oda olsa da.
            Epeyce oturdular, hem acıkmaya başladılar hem de sıkılmaya başladılar oturmaktan. Ayağa kalkıp “gidelim mi?” dedi Zafer kardeşine. Parktan çıkıp ana caddeye doğru yol alırken gidebilecekleri yerleri düşünüyordu ama ne gidilebilecek bir yer ne de yemek yiyebilecekleri bir paraları vardı. Kardeşi isterse eğer cebindeki yirmi beş kuruşa çeyrek ekmek arası bir şeyler alıp verebilirdi, idare ederdi bir süre daha ama isteyinceye kadar bekleyecekti.
            Caddenin kaldırımı biraz daha kalabalıklaşmaya başlamıştı bu arada. İnsanlara göz ucuyla bakarak onları gözlemlemeye çalışan zafer ne düşündüklerini, neler hissettiklerini merak ediyordu. Çocuklar ve gençler daha neşeli görünüyorlar hayatlarından memnundular. Biraz daha yaşlılar onlar kadar keyifli değillerdi kendisine göre. Yetişkin olmak suç mu acaba? Diye sormadan edemedi kendine yürürken. Umut ile umutsuzluk yan yana ve kol kolaydı caddenin kaldırımlarında.
            Ne garip? Bazıları bayramları çok seviyor tatil diye bazılarıysa hiç sevmiyordu çalışamıyorlar diye. Çalışamadığı her gün aç demektiler çünkü. Ne kadar az tatil o kadar toktu karınları. Şu iyi ve dengeli beslenmeyi söyleyenlere ne demeli. Onlara göre değildi bu sözler zaten anlayamıyorlardı da ne demek istediklerini. Beslenmek beslenmekti onlara göre, açlıklarını bastırdılar mı karınları doymuş demektir, ha bal kaymak ha da bir kuru ekmek. Yeter ki açlıkları yatışsın. Her gün bile bulamadıkları kuru ekmeğin derdine düşüyorken dengeli beslenme de neyin nesidir? Bir türlü akıl erdiremedikleri cümlelerdi söylenenler.
            Nihayet bir sürü yiyecek kokusunun arasında dolaşırken kardeşi “abi acıktııım!” dediğinde irkildi birden. “ne, ne dedin?” diye sordu tekrar. “acıktım, acıktııım!” deyince daha gür ve kızgın bir ses tonuyla elini sağ cebine attı pantolonunun ve yirmi beş kuruşunu çıkarıp bir seyyar tezgâha doğru yöneldi. “çeyrek” dedi ve alıp kardeşine uzattı. Yirmi beş kuruşu da verdi. Kardeşi memnun görünüyordu ama bir kaç kez ısırınca abisine bakıp “sen acıkmadın mı?” diye sordu. Bir taraftan da ağzının içindekileri çiğniyordu. Kardeşi bilmiyordu başka paralarının olmadığını “yok, yok acıkmadım daha!” dedi yutkunarak ve hızla oradan uzaklaştılar.
            Artık ne bir yere oturabilecekleri cesareti kalmıştı ne de bayramdan korkusu. Her şey bu kadardı işte bu gün gidiyordu geldiği gibi. Kendi kendisine eziyet etmekten başka bir şey yapmamıştı. Biraz sonra gidebilirlerdi evlerine isterlerse eğer. Kardeşinin keyfi yerinde görünüyordu karnı biraz doyunca. İyi ki olur olmadık şeyler isteyip durmuyordu kardeşi. Ne yapardı yoksa?
            Eline bir kum tanesi batmıştı, azar azar verdiği acıyı hissediyordu ama önemsemez gibi duruyordu. Elini kaldırdığında hayalleri ve düşünceleri koptu. Geriye dönmüştü yıllar öncesinden. İnsan neden hep kötü şeyleri hatırlamak zorunda? İyi şeyler hatırlasa daha iyi olmaz mıydı böyle zamanlarında? Aynı filmi tekrar tekrar izlemek kadar kötü bir şey olamaz her halde hele de hiç sevmediği bir film ise.
            O umutlarına ne olmuştu? Neredeydiler onlar? Neden şimdi yoklar? Umutsuzluğun verdiği ıstırap daha da yoğun hissedildiğinde hareket etmeye dermanı kalmıyor insanın. Belki de kendisi öyleydi, belki de başkaları da vardı kim bilir? Olsalar ne olacak ki sanki herkes kendi derdini çekecek ve kimsenin kimseye bir faydası olmayacak.
            En iyisi çocuklukmuş diye düşününce çocukluğun iflah olmaz gücünü düşünmeden yapamadı. Hiç bitip tükenmeyen umutları ve enerjisi her şeye göğüs germeye yetip de artıyordu bile. Ne kadar da çok istedi o çocukluğuna dönmeyi. Mümkün olsa sıfırdan başlayabilmeyi her şeye. Başka olur muydu, yoksa daha kötüsü mü olurdu kimse bilemeyecekti bu durumu. Ama bundan kötüsü de olmazdı her halde diye düşündü kızgınca hareket ederek.

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Elinize sağlık, çok hüzünlüydü, parayla mutluluk olmaz ama parasız da anlattığınız gibi olması kaçınılmaz. Çok güzel vermişsiniz abinin kardeşi için yaptığı fedakarlığı da, çaresizliğin acısını da...:(

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. Nazik yorumunuz güven verdi bana.

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.