Salı, Kasım 20, 2018

Sabahların Erken Saatlerinde Neler Oluyor?

Neşeli Sabahlar
                İlk kez dikkatini çekmişti Zafer'in o sabah gördükleri. Hoşuna gittiği için genellikle sabahları erken kalkmaya gayret etmeye başlamıştı. Yaz ortalarında bir alacakaranlıktı. Daha güneş görünmüyordu, insanlar kalabalıklaşıyordu gitgide ve bayram yerine dönmüştü adeta ortalık. Konuşmalardan kolay anlaşılıyordu nereye gidecekleri, kimin işine gidecekleri.
            Sigarasını yakıp seyretmeye başladı kalabalığı. Bir taraftan da kuş sesleri geliyordu ağaçlardan. Bazen kuş sesleri bazen de kalabalığın sesleri bastırıyordu bir birinin seslerini. Yarışıyordu insanlarla kuşlar sanki.
            Traktörle veya kamyonetlerle gelen arazi sahiplerine kaç kişi istediyse o kadar kişi ayrılıyor dayıbaşı tarafından ve biniyordu herkes sevinçle. Bir günü daha kurtardıklarından seviniyorlardı. Genellikle ilkbahardan itibaren neredeyse son baharın sonlarına kadar hemen hemen yevmiye işi bulunabildiğinden yılın en hareketli ve sevinçli ayları olarak geçiyordu bu mevsimler.
            Gözlerinin önünde canlanıyordu her şey, capcanlıydılar tıpkı o günkü gibi anıları. İç çekti bir süre ağlamaklı haline şaşırdı. İşsizliğin ne kadar kötü bir durum olduğunu eskilerden pek anlayabilmiş değildi. Boş kalmanın da ne olduğunu pek bilmezdi. Hiç boşluk olmamıştı o zamanlara kadar hayatında. Hep bir uğraşısı oluyordu. Bazen gün yetmezdi de 36 saate çıkarsınlar ne iyi olur diye düşünürdü de gülümseme otururdu dudaklarına.
            İnsanın bir amacı, gayesi olmalıydı. Aksi halde günler geçmek bilmiyordu. Ölüm hep yanı başında dolanıyormuş gibi hissediyordu bazen. Hiçbir amacı kalmamıştı. Sabah, akşam hiçbir şekilde birbirinden ayırt edilemez hale gelmişti zafer için.
            En kötüsünün de canlı cenaze gibi dolaşmak olduğunu yakından görmüştü kendi yaşamında. Adeta yoruluyordu sırtında kendi cansız bedenini taşımaktan. Bacakları isyan ederdi genellikle ama ısrarla hareket etmeye çalışırdı diriliğini hissetmek için.
            Bir süre kulak kabarttı kuş sesi duymak için ama nafile hiçbir kuş sesi gelmiyordu kulaklarına. Kalbinin sesi geliyordu cılız cılız. Onun da neşesi yoktu anlaşılan. Neşesi olduğunda güm güm ses çıkardığı olurdu.
            Amaleler dağıldığında kuşlarda sesini keserdi, dikkatinden kaçmamıştı. O zaman da amaleler dağıldığında kulak vermişti de tek tük uzaklardan duyulmuştu kuş sesleri.
            Kendisine amaç edinmek için oldukça fazla düşünüyordu ama bir türlü bulamıyordu. Ne yapmalıydı da yarına ulaşmak için gayretli olmalıydı? Elinde avucunda kırmızı ayakkabılı kadının verdiği defter ve kalem vardı ve az-öz yazmaya çalıştığı olurdu genellikle. İş edinmişti kendisine yazmayı. Çok yazmıyordu özellikle, hemen bitsin istemiyordu defteri ve kalemi. Elindeki tek umudu da kaybolup gitsin istemiyordu.
            Hayatta en çok istediği; yarın yapacağı bir işi olması ve üzerinde çalışmasıydı. Gözlerine uyku girmezdi sabaha kadar heyecandan. Uzun yıllar olmuştu iş derdine düşemeyeli. Ayakta kalma savaşı çetindi kendisi için ama tam olarak da zaferi kazanmış saymıyordu kendini Zafer. Kazanmalıydı bu savaşı da. Ne savaşlar görmüştü. Her seferinde yara bere içinde de olsa kazandığını düşünmüştü. Artık o gücü bulamadığına inanmaya başlamıştı.
            Arada bir umuda bağlanıyor ancak aklını çelemiyordu. Aklı olmaz diye diretiyordu. Aslı astarı olmayan şeylere inanmam ben, sonra daha fazla hayal kırıklığı yaşıyorum derdi. Zafer aklına inat devam ederdi kandırmaca oynamaya. Birkaç gün devam eder sonra da bir çöküntü daha yaşayınca kabul ederdi aklının dediklerini.
            Son zamanlarda memleketin halini düşünüp devrim yapmayı düşündükçe umutları artıyor neşesi yerine geliyordu. Neden olmasın? Diye aklına itiraz ediyor adeta aklıyla kavga ediyordu. Aklına göre yapamazdı Zafer devrim mevrim. Kendine bakacak hali yok memleket kurtarmaya kalkıyordu aklına göre. Önce kendini kurtarmalıydı zafer, memleketten önce. Memleketi kurtaran çok olurdu ama kendini kendinden başka kurtaracak yoktu.
            Olsun, diyordu umutlarını taze tutmak için. O kadar evsiz barksız vardı sokaklarda, toplardı hepsini. İşsiz güçsüzleri de toplardı bir güzel. Ellerine birer dilekçe tutuşturur salardı adliye sarayına; adalet istiyorum diye. İşsiz güçsüzler de öyle; adliye sarayları felç olurdu dilekçelerle uğraşmaktan. Hepsini de toplayıp içeri tıkacak halleri yok ya! İsterse atsınlar, sokaktan daha lüks bir yaşamları olurdu hiç olmazsa. Üç öğün yemek, iyi kötü elbise. Dışarıda doğru dürüst lokma bulamadığı zamanlar çok olurdu. Hele de kış bastırmaya başladı mı seyreyle hıdıdığı. Dişleri şakır şakır öterdi. Diş konçertosu dinlerlerdi adeta.
            Olur, olur bu devrim işi. En iyisi bunun üzerinde çalışayım diye heveslenmeye başladı Zafer. İşte kendisine umut. Bulmuştu nihayet bir amaç. Kendisi için bir şey istediği yoktu ama olsun kendisine de faydası olurdu devrimin mutlaka.
            Eee! Devrim yapınca ne olacak? Yine boş kalacak, boşta kalacak. Umutları tükenecek. En iyisi devrimi hemen yapmayıp üzerinde iğneden ipliğe iyice düşünmek ve hataya yer bırakmamak.
            Dünya masmavi oluverdi birden, kurduğu hayallerin eşliğinde bulutlar dans ediyordular tepesindeki yıldızlarla birlikte. El salladı her birisine.

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.