Çarşamba, Temmuz 10, 2019

Gülay'ın Gudubet’i ve Hayri'nin Şeyda Bülbülü


                “Geçmiş olsun Hayri, ne bu hal?” dediğinde Kutbettin olduğunu anladım sesinden. Epeydir görüşmemiştik. Şaşırdım da bir bakıma. Sabahın erken saatlerinde acilde karşılaşmak tuhaf geldi bana. Kafamı kaldırıp bakamıyordum, dikiş atılıyordu kafamdaki yaraya. “Sağol” diyebildim güç bela. Sesim de kısılmış sanki zorlandım o an. Aklımdan sana ne oldu demek geçti ama yutkundum, vazgeçtim sonra.

            Geçmiş olsun dediler hemşire ve doktor. İşlerinin bittiğini anladım. Kafamı kaldırıp Kutbettin’i aradım etrafta. Uzanmış yatıyordu boylu boyunca üç yatak ötemde.  Gideyim yanına istedim ama lafa tutacaktı beni ayaküstü. Anlat da anlat artık. Başıma iş almaktan korktum. Sonra ne de olsa kırk yıllık dostum deyip gittim. Başucunda dikildim elim kafamda. Az ağrı vardı başımda.  Ağzımı açmadan uyuyor olduğunu görüp çekildim bir adım geriye.
            Hemşirelerden biri boştaydı o an. Durumunu sordum Kutbettin’in. Mide bulantısı ve baş dönmesi şikayetiyle gelmiş. Doktor bekleniyormuş. Hemşire de sıcakkanlı birisine benziyor, öyle kel hodul değil hani. İçim ısındı ama sohbet edilecek zaman değil. Zaten kalabalık hastalar, yeni gelenlerle anacık babacık gününe döndü acil servis. Kaza olmuş dediler. Dışarıda ağlayıp, bağıranlar içeride koşuşturanlar.
            Bir kaza daha yaşamamak için çıktım dışarıya. Kantin açılmış, kendimi korunaklı bir köşeye attım. Beklemeye başladım Kutbettin’in çıkışını. Karısı Gülay neden yok yanında diye düşündüm. Hemen kötü düşünmemek lazım diye kendimi ikna ettim. Kadının günahını almak bana mı düştü. Evde yoktur. Yoksa niye bu adamı bu halde yalnız göndersin hastaneye. Başı da dönüyormuş. Belki de kurtulurum Gudubet’ten diye düşünmüştür, olamaz mı? Muziplik yapmanın zamanıydı sanki. Adam can derdinde ben muziplik derdinde. Sanki kendim iyiyim de sıra Gudubet’i düşünmeye geldi.
            Gülay, kızdığı zaman Kutbettin’e “Gudubeeeet” diye bağırır, kim var yok diye hiç düşünmez o an. Sonra da “Gudubet’im benim” der çark ediverir hemen. O kadar tatlı yapar ki şahit olanlar gülmeden yapamaz. Gülünmesinden alınmaz tam tersine hoşuna gider. Kutbettin o an kızarır bozarır, alınır ama ses çıkaramaz. Çıkardığı ses de “emret sultanım” olur emret komutanım der gibi. Oturuyorsa kendine çeki düzen verir. Bacak bacak üstündeyse yıldırım hızıyla indirir ayaklarını. Kadınlar kıkır kıkır güler davranışlarına. Gülay sevdi mi süs köpeğini sever gibi sever, döveceği zaman da evire çevire döver. Olduğu yerde kıvrılır kalır elleri başının üstünde. Tek korumaya çalıştığı kafasıdır.
            Neredeyse kırk yıla yakındır tanışırız, daha ilk günlerden dost olduk. İçleri dışları birdir aslına bakılırsa. Çok sancı atlattılar birlikte. Kutbettin oldukça çektirdi Gülay'a gençliğinde.  Her akşam her akşam sarhoş gelir, naralarıyla mahalleyi çınlatırdı. Kadın iner aşağıya koltuklar çıkarır üçüncü kata. Aklar, paklar, pijamasını giydirir uzatır yatağa. Kendisi uymaz bir şey olur diye. Sabahleyin haşlamayı hesaplar Kutbettin’i ama uyur kalır sabaha karşı. Kalktığında da kahvaltısı hazırlanıp yatağına getirildiğinde yumuşar “Gudubet’im benim, iyisin demi?” derken ağzına verir Gudubet lokmasını. Gülay yumuşacık, kapı gibi kadındır. Kutbettin de tam tersi, kürdan mübarek. Sıksa suyunu çıkarır da posası bile kalmaz.
            Başıma dokuz mu on mu dikiş attılar, kazan gibi duruyor tepemde apağır, içinde de çelikten bir top dönüp duruyor sanki. Zor geldi içeriye gidip bakmak ne oldubitti diye. Beklemeyi tercih ettim gözlerim hep kapıda. Çıktığında kaçırmayayım diye.
            Nihayet çıktı Kutbettin. Etrafına bakınıyordu beni aradığını düşündüm. İçine doğdu galiba kendisini beklediğim. Yalnız adam nereye gidecekti ki. Çıkıp kapıya seslendim. Geldi yanıma. Birer çay söyledim. Merakımı yenemeyip “Gülay nerede?” diye sordum.
            “Babası ameliyat mı ne olacakmış da oraya gitti. Bir haftadır yok.” Üzüntülüydü. Bakımsız görünüyordu. Sakalları uzamış, neredeyse karısı gitti gideli sakal tıraşı olmamış. Beni görecek hali yok gibi duruyordu, gözü sabitledi masanın köşesine. “İyi misin?” dedim merakla.  “Biraz daha iyiyim” diye mırıldandı karısına nazlanır gibi. Midesi yıkanmış, gıda zehirlenmesiymiş.
            Gülay'ın yapıp buzdolabına bıraktığı yemekleri dışarıda bırakmış, dolaba geri koymayı unutmuş. Onları da bozuk bozuk yemiş. Özellikle tavuk haşlamayı yedikten sonra başlamış şikâyetleri. Takıldım biraz güldürmek için. “bana taşınsana Gülay dönünceye kadar. O gelinceye kadar ben bakarım sana dönünce de sen bana bakarsın, olmaz mı?” 
            “Oğlum o kadar dedi sana Gülay, evereyim seni diye, Nuh deyip peygamber demedin sen de be. Hak ediyorsun sen.” Sitem etti epeyce.  “Sen merak etme beni, alıştım artık. İlk zamanlarda zorlandım ama kendime bakabiliyorum artık. Akşam sana yemek yapayım ben, olur mu? Rakısız gelme ama.” Çok hoşuna gitti teklifim. En son oturuşumuzu hatırlayamadık tam olarak. Eh razı olacağız birlikte Gülay’dan zılgıtı yemeye.  Kocasını yoldan çıkardığımı düşünecek.
            Öğleye kadar orada burada oyalandık, evlere gitmek canımız istemedi. Öğleden sonra da mahallenin başındaki manavdan bir şeyler alıp benim eve çıktık. Beraber hazırladık, ben tarif ettim bazılarını o yaptı. Eli yatkınmış. Akşam karanlığı yeni başlarken oturdum yemeğe. Karnını doyurduktan sonra dik dik bana bakmaya başladı. Kafamı inceledi bir süre “Ne oldu senin kafana?” dedi şaşkın şaşkın. Güldüm haline.  Yeni fark etti kafamın yarıldığını.
            “Şeyda Bülbülüm çağırdı sabaha yakın. Uyurgezer yanına gittim yatak odasına. O odaya hiç girmiyordum gitti gideli. Baktım sere serpe yatıyor yerde. Bir şey olmuş sandım. Kucaklayıp yatağa uzatayım diye eğilince kafamı karyolanın kırık ucuna vurdum o da saplandı kafama. Baktım kanıyor, gözüme dolmaya başladı kan. Kendime geldim. Elimi attım elim boyandı. Telaşla attım kendimi hastaneye.  Dokuz, on dikiş attılar. Ölmeyecekmişim. Öyle dediler. Galiba Şeyda Bülbülüm beni özledi öbür tarafta.”

            “Oğlum, gel benimkinin sözünü dinle de everelim seni. Yoksa Şeyda bırakmaz seni, alır yanına vallahi. Evlenirsen bırakır, umudunu keser senden. He de, gel bu işe. Fena değil hani talibin. Halim selim, o da yıllardır yalnız. Gülay'ın gözünün içine bakıp duruyor her karşılaştığımızda tamam dedin mi diye. Neden senin bu inadın. Şeyda ölüp gideli on beş yılı buluyor değil mi? Çoluk, çocuk da yok. Daha ne. Gül gibi yaşarsınız Köroğlu ayvaz. Gülay dönsün bakacağım ben bu işe ona göre. Korkuyorum morkuyorum deme bundan sonra. Oğlum yiyecek mi kadın seni.”  08.07.19

Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.