Perşembe, Temmuz 25, 2019

Nefretin anası sevgidir

dost yarası
Nefretin anası sevgidir

                Nefretin anası sevgidir dersem büyük bir laf mı etmiş olurum acaba? Böyle bir cümle kurmama sebep ne onu da tam bilmiyorum aslında ama kurdum işte. İçgüdü mü desem, laf salatası mı desem bilmiyorum. İşin doğrusu bildiğim her şeyi de unuttum, karışık bir durum. Bir anda her şey birden gaz oluveriyor işte. İşte, işte işte. Bir sürü bilinmezlik demek “işte.”
            Ha, nefretin anası sevgidir sözüne gelirsem, doğaçlama yapacağım şu an. Uzun boylu düşündüğüm bir şey değil sadece gün boyu Cuma diye yaşadığım günün 23.55’inde Perşembe olduğunu öğrendim bilgisayarı açınca. Önce inanamadım, tekrar baktım bilgisayarın saat ve tarihine. Doğruydu. Acaba bilgisayarın ayarlarında bir arıza mı var diye düşünerek telefonun tarihine baktım aynısıydı, doğruydu yani Perşembe oluşu. Bir gün ileride yaşamışım gün boyu. İyi mi yaptım kötü mü yaptım onu da bilmiyorum. Yani içinde bulunulan güne ayıp etmişim es geçerek. Alınmış olabilir. Aynı günü iki kez yaşamak ise farklı bir deneyim olacak benim için. İlk defa deniyorum bu durumu. İleride yaşamak ve yerinde saymak. Tezat değil mi?
            Sevgi ve nefret de öyle, tezat. Hiç sokakta gördüğünüz veya birkaç kez merhaba dediğiniz bir kişiye kızar mısınız? Daha net bir ifadeyle, nefret eder misiniz? Belki sevmiş olabilirsiniz kılık kıyafetinden veya elektriğinden etkilenmiş olabilirsiniz ama nefret edemezsiniz değil mi? Çok saçma olurdu eğer öyle olsaydı.
            Hiç tanımadığımız kişi ne ilgilendirir ki bizi. Sadece şekilsel bir durumdur tıpkı karikatür gibi. O günü veya o anı anlatan çizgidir o kadar. Karikatürler bizi güldürü, düşündürür bazen de kızdırabilirler sadece ama nefret ettirmezler kendilerinden.
            En derin yarayı her zaman sevdiklerinden alır insanlar. Sevdiklerinden başkasının açtığı yara basit bir çizgiden ibarettir ten üzerinde. Bir an cız der ve biter. Unuturuz kısa sürede. Hele birkaç gün geçince üzerinden unutulur gider hiçbir iz bırakmadan. Sorulsa bile bir an düşünürüz belki de hatırlayabilmek için.
            Sevdiklerimiz yaraladığında açılan derin yaralar iyileşmez bir türlü. Ancak o yaraların acısını bastırabilmek için nefret denilen bir merhem vardır, ondan süreriz yaranın üzerine bolca. Yaranın derinliğine göre her an olarak yazılır reçetesinde. Bazılarında günde üç kez falan diye yazar ama hafiftir o yaralar.
            Nefret merhemi ne kadar bol sürülürse yaraya o kadar hızlı kapanır gibi görünür ama kapanan yara değil sadece kanamanın hapsedilmesidir. Kan içeriye akar sürekli. Kimseler de farkına varmaz artık kan akmayınca. Oldu da bitti maşallah der gibidir aynı.
            Nefret merhemi gizli cepte taşınır daima. Krizle karşılaşıldığında saklı gizli sürülmeye devam edilir gelecek günlerde, aylarda, yıllarda hatta yüzyıllarda. Sevginin açtığı yara ancak nefretle kapanır gibi görünür sadece. Gerçekte hiç kapanmayan bir yaradır. İşte bu yüzden nefretin kaynağı yani anası sevgidir diye geçti aklımın bir ucundan.
            Bu yüzden sevgi olduğu sürece nefret de olacaktır daima. Nefret ve sevgi kardeşler, ikiz kardeşler hem de. Daha da ilerisi tek yumurta ikizleri gibi. O yüzden dikkatli olunmalı daima. Sevgi mi taşıyoruz, yoksa nefret mi bilinemeyecek belki de.

            Hani bazen yalandan kızgınlıkla bir anda nefret duyguları fışkırtılır ya, ilk anda gerçek değillerdir ancak üstüne gidilmez, altı oyulmazsa o nefretin, gerçek bir nefret olmaya adaydır daima. İnsanlar birbirini tanıdığını düşünerek rahat davranmaya çalışırlar. Ancak hiç de tanımıyoruz belki de. O gördüklerimiz günü birlik yaşamımızın desenleridir belki de. İyi bir ressam elinden çıkmazlar çoğunlukla. Bakan göze göre görünümleri de değişir. Bence siz iyi birer ressam gözüyle bakın yaşamın çizgilerine.

Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.