09.04.2018-2200 Pazartesi/Aydın
Günler (Çarşamba, Pazartesi)
He he he,
bakmayın, gevrek gevrek güldüğüme. Kendime, kendi halime gülüyorum aslında.
Bu gün
19.30’da kalktım yine, 05.00 civarında yatınca. Herkes günü bitirdi, nevalesini
topladı günden evine döndü bense hala dünkü olduğum, kendimi koyduğum yerdeyim.
Zaman nasıl geçip gitti ben uyurken bilmiyorum. Hani, o kadar da umursamıyorum
artık. Güneşin, rüzgârın ve ağaçların görüntülerinin verdiği duyguların
haricinde gece ve gündüz aynı şeyi ifade ediyorlar bana.
Ha, konu
değişmeden asıl aklımdan geçenlere geleyim değil mi! Bu gün günlerden pazartesi
ve saat 21.00 civarı. Daha gözlerimi açar açmaz –gözlerimin rahatsızlığından
dolayı çapaklar oluşuyor- hatta tam açamadan daha “gün, günler, haftanın
günleri” geldi aklıma. Farkları var mıymış? Çarşamba ile Pazartesi’nin arasında
fark neymiş? Eskiden hissettiklerim ile şimdiki hissettiklerim arasında fark
ne? Bu değişiklik neye göre ortaya çıkıyor?.. falan.
Yataktan
fırlayıp –kapı zili çocuklar tarafından çalınmamış olsaydı, daha fazla
uyuyacaktım- mutfağa yöneldim ama telefon aklıma gelince yarı yoldan döndüm
geriye. Telefonu elime alıp baktım. Birkaç reklam mesajı gelmiş, başka bir şey
yok. Her zamanki gibi yani. Mutfağa birlikte gittik telefon ile. Dedim ya, hiç
ayırmıyorum yanımdan, tuvalete giderken bile yalnız değilim. Olur ya! Bir
arayan olur, çok kıymetliyimdir de(!)..
Mutfakta,
telefonu masanın üzerine koydum. Bir an ayakta bekleyerek etrafıma bakındım. Ne
yapmak istediğime karar vermek istiyordum. Peynir, zeytin, çay ile mi yoksa
sucuklu yumurta ile mi kahvaltı yapsaydım?
Neredeyse on
iki saattir açım. Bir an önce bir şeyler indirmem gerekiyordu mideme.
Kahvaltıdan önce kendime gelemediğim için bir an önce kahvaltı yapmam gerekli.
Yataktan yuvarlanır yuvarlanmaz kahvaltı yapmam gerekiyor anlayacağınız. Yıllar
boyu hiç değişmedi bu durum, çok acil istisnalar hariç elbette.
Üşendim
sucuğu buzdolabından çıkarıp, zarını soymaya ve doğramaya. Devamında sucuk
parçalarının kızarmasını beklemeye ve üzerine yumurta çakmaya, devamında da
pişmelerini beklemek adeta yıllar alacakmış gibi büyüdü gözümde.
Çay olmazsa
olmazdı ve mutlaka demlenecekti. Hemen çay demlemeye giriştim. İşte, su
ısıtıcıda kaynadı bile, birkaç dakika ancak sürdü. Sıra çayı süzgece koyup
demlikteki kızgın suyun içine daldırmaya geldi. Tamam, o da oldu. Demlensin
biraz bekleyerek.
Peynir,
zeytini buzdolabından çıkarıp masanın üzerine koymak kolay iş. Asıl zor olan
çayın demlenmesini beklemek. Neredeyse on dakika kadar bir zaman demek bu da.
Bekleme süresini değerlendirmek için gözlerimin çapağını sabunlu suyla silmeyi
düşündüm ve temizledim. Sanki gözlerimin önündeki perdeler açıldı birden.
Yüzüme su çarptım bu arada. Su oldukça rahatlatıyor insanı. Belki de vücuttaki
mevcut su, yüze çarpılan sudan ilave enerji aldığı içindir.
Unutmadan,
bayat ekmek de kızarttım bu arada tost makinasında; her biri çıtır çıtır
oldular, altın gibi de kızarıyorlar karşıdan! Böylesi çok hoşuma gidiyor, kuru
kuru bir bütün ekmeği yiyebilirim neredeyse. “Aç olan hiç doymam sanırmış”
denilen durum bu galiba.
Bu arada,
çayın demlenmesini beklerken bir taraftan da atıştırmaya devam ettim elbette.
Nihayet kahvaltım bitti ve ilk bardak çayımı da doldurmuş oldum. Bir bardak
sıcak çayı mideye indirince midem de uyanmaya başladı, benim mide ile kafa
birlikte uyanıyorlar. Mideme ikinci bardak çayı da gönderince kafamda uyanmaya
başladı yavaş yavaş. Kendimi daha da iyi hissetmeye başladım bu arada. Şu
bahsettiğim, hani yatakta aklıma takılan haftanın günlerinden Çarşamba ve
Pazartesi’yi düşünmeye başladım.Görsel: Google Görseller
Ben de çay demlemek için çok çaydanlık yakarım...
YanıtlaSilHafta içi ve hafta sonu ruh hali farklı oluyor...
En azından uykuyu bölen çocuklar var bizde her yer sessiz
Sibel, bence o uyku bölmelereinin tadını çıkarmaya bakın zamanında. özleyeceksiniz zamanı geldiğinde çünkü. :)
Sil