Salı, Eylül 11, 2018

Adliye Sarayı

Adliye’nin Saray Oluşu

            Her zaman su zerreciklerinin ağaçta veya duvarlarda aşağıdan yukarıya zincirleme hareketi gibi çalışıyor bu insan denilen yaratığın düşünce meselesi anlaşılan. Su zerreciğinin biri emiliyor arkasından başka bir su zerreciği başlıyor yol almaya ve hiç kopmayan bir zincir oluyorlar.
            Su her zaman da iyi gelmiyor anlaşılan. “Duvarı nem yiğiti gam yıkar” demişler eskiler. Gamsız baykuş var mı acaba şu dünyada? Her ne kadar birden yıkmasa da uzun vadede mutlaka yıkarmış gam yiğidi. Yiğiti yıktığına göre normal insanları hayde hayde yıkar sonucu çıkıyor elbet buradan.
            “Adliye ve saray” kelimelerini sadalayıp dururken bir anda “Güüüm” diye bir ses duyan Zafer, etrafına bakındı korkuyla. “İşte, bir adliyelik durum daha” diyerek kazanın olduğu yöne doğru ilerlediğinde zincirleme trafik kazasının olduğu yere vardığında ortalık karışmıştı bile. Tekme, tokat, küfürler havada uçuşuyor bir taraftan da küçük çocuklar ve kadınların sesleri geliyordu. Kanlar vardı yerlerde ve bazı insanların üzerinde.
            Hiç sevmediği manzaralardı bu tip manzaralar ama tesadüflerden de kaçılamıyordu. Bir an da olsa merak etti neler yaşanacağını. Klasik gelişmelerdi peşi sıra gelişen durumlar. Önce polisler geldi, ortalığı yatıştırmaya çalıştılar. Bir ekip işin üstesinden gelemeyince başka bir ekip daha derken ortalık az da olsa yatışmaya başladı.
            Yerde yatan insanlar vardı hareketsizdiler. Polis kimseyi yaklaştırmıyordu yanlarına. Ambulans beklenmeye başlanmıştı can burnun ucundaydı bazı yatanların. Etrafta kalabalık oluşmaya başladı. Nihayet ambulans geldi. Herkes açıldı görevlilerin işini yapabilmesi için. Her biri yerde yatanları yokluyor ve umutsuz olanların yanından hemen uzaklaşıyorlardı. Nihayet hepsini de ambulanslara alıp götürdüler. Polisler de alıp götürdü bazılarını. Durumları iyi görünüyordu polislerin götürdüklerinin.
            Adliye, adliye sarayı geldi aklına yine. Uzaklaşmaya başladı kaza yerinden. “bu adliyeye saray neden yamanmış acaba?” diye sordu kendine. Bulurdu daima soracak bir şeyler. Sormasa nefes alamazdı sanki. Soruydu işte. Kim nereden bilsin ki adliyeye sarayın ne zaman yamandığını.
            Adliye, adalet dağıtırken, saray neye yarıyor acaba? Adalet dağıtılan, dağıtılacak bir şey midir de dağıtıyorlar, bolca verseler ya o zaman neden insanlar hep adalet istiyorlar?
            Demek ki yeterince dağıtılmıyor veya dağıtılamıyor da insanlarda ihtiyaç duyuyorlar. Arz talep meselesi demek ki. Arzı az tuttuğunda kıymeti artmıyor mu bir şeyin. Sonra da vurgun halinde köşeyi dönüyorlar. Bu adalet arzı da az anlaşılan bu yüzden talep fazlalaşıyor.
            Adalet sarayları veya adliye saraylarında kimlerin oturduğunu merak edenlerin vereceği cevap adalet dağıtanlar olacaktır her halde. Hiç kimse ben adalet istiyorum demiyor açıkça ama sorunlu olan bir durumun düzeltilmesi için oraya gidiyorlar. Yani kendi aralarında çözemediği sorunları çözen bilirkişiler orada bulunuyorlar.
            Peki ya “açlık, yoksulluk” adalet midir? Veya adaletsizlik midir? Hangisi doğrudur. Adalet saraylarında adalet dağıtanlar keyfince yapmıyorlar anlaşılan bu işi. Onların da okuyup yazacağı yasa denilen yazılar var. Bu yazıları okuduğunda anlayabilene aşk olsun adliye sarayı eşrafından başkasının. Bilinçli bir seçim olabilir mi bu durum? Bir sürü anlaşılmaz kelime veya cümlelerle nasıl bir adalet dağıtılır, adaletin bahşedildiği kişi tarafından anlaşılamayan cümlelerle alıp cebine koyduğu adalet nasıl bir şey acaba?
            Hiçbir aç insanın dava açmış olduğunu duyup okumadım ben bu zamana kadar diye hopladı taşın üstünden. Eğlenceliydi, eğleniyordu adeta kendince. Eğlenmeye başladığı zaman hoplamaya başlardı bazen yeri yumuşak veya çimenlikse yatıp yuvarlanırdı ve çok hoşuna giderdi bu durum. Elbette hoşuna giden bunu kendinin yapması değil eşek ve başka hayvanların eğlence aracı olmasından dolayı onların yaptığını yapmanın ne derece eğlendirici ve rahatlatıcı olduğunu düşünmesindendi.
            “şimdi gidip açım, yoksulum, umutsuzum; bu yüzden devletten, yöneticilerden ve adalet dağıtanlardan davacıyım, beni bu hale düşürdükleri veya düşmeme katkı sundukları için.” Desem ne yaparlar? Gülümsemesi vardı dudaklarında, birden ağzı bir karış açıldı kahkahalar atmaya başladı ve olduğu yere bıraktı kendisini sırtüstü. Parkın bakımlı çimenleri üzerindeydi. Hiçbir şeyi umursamıyordu. Kendine iyi bir eğlence bulmuş gibiydi. Parkın çalışanları müdahale etmek istediler ama hemen imdada yaşlı bir adam ve karısı yetişti. “bırakın, eğlensin. Baksanıza neşe saçıyor.” Dediklerini duyan görevliler önce kazık fren yaparcasına çakıldılar oldukları yerde, patronlarına bakmaya çalıştılar. Patrondan sinyali aldıktan sonra geri dönüp işlerine gittiler. Zafer kimseyi takmıyordu, kahkahaları parkı çınlatıyordu. Çamlar oldukça yaşlı ve dalları bir şemsiye gibi kaplamış parkın olduğu yeri. Neden bu güne kadar keşfedememişim buraları diye aklından geçtiğinde bir karar verdi. Sık sık gelecekti daha sonraları.
            Merak etti kendisine dokunulmasını istemeyen yaşlı çifti. Yavaşça üstünü temizlemeye çalıştı ve yavaşça, ürkek adımlarla yaklaştı birkaç metre kadar ve asker selamı vererek “teşekkür ederim size, bir anlık neşelenmeme izin verdiğiniz için. Benim için oldukça kıymetliydi o anlar.” Deyip tekrar asker dönüşüyle dönüp daha hızlı adımlarla uzaklaştı gitti. O giderken yaşlı çift, kasadaki adamı çağırarak “oğlum, ne zaman gelirse karışmayın ve bir şeyler ikram edin. Kötü veya zararlı biri değil o kişi. Bir ermiş de olabilir. Dikkatli olun.” Dedi yaşlı kadın ve kocası da onayladı arkasından “elbette annem, meraklanmayın siz, insanlığın binbir hali vardır öyle değil mi. Ne oldum dememeli, ne olacağım demeli demez misiniz her daim.”
            Adamın birisi çok eskilerden cehennemi satın almış, hem de tescilli. Mahkemeden satın almış. Satın alınması onandıktan sonra demiş ki kalabalığa dönerek: “cehennemi satın aldım, bundan sonra cehenneme kimseyi almayacağım. Bilginiz olsun.”
            Mülk ve adalet, adalet mülkün temelidir. Evet, öyle diyorlar. Mülk yoksa adalet de yok anlaşılan. O zaman adalet mülk için var, yani mülkü olanlara adalet var. Saray varlık demektir, varlıklılıktır açıkçası. O zaman adalet de varlıklıdır, varlıklılıktır mı? “Vay anasına” sağ eliyle sağ kalçasına alabildiğine hızlı vurarak  “şaaap” diye ses çıkartıp arkasından da canı yandığı için hopladı. “meğer zekâ fışkırıyormuş benim saksıdan da haberim yokmuş. Tüm dertlerim tasalarım kayboldu birden. Adalet, adalet, adli saray, adalet sarayı…”
            İlk işi evsizleri toplamak olacaktı bundan sonra. Diyar diyar dolaşıp evsizleri toplayacaktı toplayabildiği kadar ve her birinin eline bir dilekçe verecekti adliye sarayından ve devletten, devlet yöneticilerinden davacı olmaları için. Adalet ne diyecekti bakalım, çok merak etmeye başladı. Oldukça da eğlenceli bir iş olacağa benziyor. Kim bilir belki de başlarını sokacak bir yerleri olur da sıcak bir çorba içebilirler kar, kış, yağmur korkusu olmadan. Kendisini de bir pencerenin önünde yağmur tanelerinin camlardan süzülüşlerini izlerken gördü o anda.

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. yazının ismi dikkatimi çekmiş olsa da içinden hoş bir öykü çıkacağını tahmin edemezdim. bu belki de ilk ziyaretimin azizliği oldu ama güzel bir öykü okumuş oldum, teşekkür ederim :) yeni bir öykünüzde de buralarda olabilmek dileğiyle..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. adamkarga, teşekkür ederim. her zaman beklerim. Beğenmeniz de ayrıca sevindirdi beni. Görüşme dileğimle hoşça kalın.

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.