Cuma, Mayıs 05, 2017

Çiçeği burnunda Mühendislik anılarımdan birisi-Ukalalığım için özür dilemem

İçimdeki cevher

Ukalalığım için özür dilemem

            Diz boyu ukalalığım ın üzerinden günler geçmesine rağmen bir türlü kafamdan atamıyordum; farkına vardığım günlerden beri. Şube müdürümüzü her görüşümde, dairede, lokalde, sokakta hatta rüyamda; utancımdan yerin dibine giresim geliyordu sanki. Adama bir şey de diyemiyorum ancak saygıyla ve utançla selam vererek hemen sıvışıyordum olduğu yerden.
                Adam hiç de oralı bile değildi sanki, beni saf bir çocuk olarak algılamış olmalı ki bana kırılmamış diye umut ederek kendimi biraz olsun teselli etmeye çalışıyordum ama içimde kanayan yara oldu sürekli ve bir yolunu bulup özür dilemek gerekliydi mutlaka. Nasıl yapacağımı da bilmiyorum -söz aramızda- bu arada.

                Bir önceki “Avan proje” yazımda bahsetmiştim, Avan projenin bitişini ve kargoya verilişinde, katkısı olan arkadaşlara teşekkür için kahve ısmarladığım gün şube müdürümüz de gelmişti yanımıza; o günkü halini gözlemlemiştim, gözlerinden takdir edildiğimi anladığımda sevinmiştim bir nebze ama nasıl böyle bir hata yaptım diye de kendime yüklenmiştim için için.  
                Aradan günler geçmeye devam etti, bu zaman içinde oğluyla İngilizce ders çalışmalarımız olanca hızıyla gidiyordu ve çocuk çok hırslı ve azimliydi. Sürekli okulun müfredatından ileride bir şeyler istiyordu ve zaman zaman zorlandığımı hissediyor ama erkekliğe de b.. sürmek istemiyordum; kendim ondan fazla çalışıp öğrenerek kısıtlı olsa da istediklerinden bir kısmını veriyordum şevki kırılmasın diye.
                Derken kurumlar arası spor müsabakaları başladı. Ben lisanslı futbolcu, lisanslı voleybolcu oldum bu arada😀 ve kurumumuz takımında oynamaya başladım hem de as eleman olarak. Dedim ya kabak çiçeği gibi açıldım diye, işte bir örnek daha lisanslı sporcu oluşum. Hayatımda doğru dürüst voleybol topu görmedim ve elime almadım ama burada ne cevher olduğum ortaya çıkıverdi birden ve ben voleybolu çok sevmeye başladım. İlk atışlarım-servis atışı- zor karşılanır olmuştu ve bolca sayılar kazandırıyordum takımımıza, tabii ki sağ kol ve omuz ağrılarımdan da uyuyamaz olmuştum oynadığımız zamanlarda.
                Mavi tonda eşofman almıştım kendime, bir de spor ayakkabısı elbette. Bir gün ikindisinde mesaiden sonra çalışmak için toplandık bahçede ve ben her zamankinden farklı olarak eşofmansız ve spor ayakkabısız çıktım sahaya; yan tarafta seyirci olan şube müdürümüz “Halil Bey keslerin nerede?” dedi gülümseyerek. Kundura ayakkabımla oyuna girmiştim ve kumda sürekli kayıyordum. Önce “Kes” kelimesini anlayamadım, ilk defa duyuyordum. Anlamış olmalı ki anlamadığımı ya da duymadığımı düşünerek el işaretiyle ayakkabılarını ve vücudunu göstererek “Kes ve eşoftmanların?” deyince anladım-Kes=spor ayakkabısı- ve “Akşam yıkamıştım, henüz kurumamışlar” dedim. Oyun oldukça iddialı gidiyordu ya bir sayı biz önde ya da bir sayı rakip öndeydi.
                Sonuç itibariyle biz aldık setleri üçe iki ve moralimiz oldukça yükseldi. Çünkü rakip takımla maçımız yakınlaşmıştı bu arada, bu yaptığımız maç dostluk maçıydı.
                   Bu arada söyleyeyim, sonraki zamanlarda özellikle kız takımlarını seyretmek çok hoşuma gitmeye başladı. Neden mi?   Çünkü o kadar canla başla oynuyorlar ki oyun esnasındaki sesleri sanki bir çok sesli orkestra gibi geliyordu bana. Erkek takımlarını da seyrediyordum ama kız takımlarını seyrederken daha da çok şey öğreniyordum.
Kız voleybol takımı
                Ha unutmadan: Futbolda da fena sayılmazdım, ne de olsa at gibi sahayı dolanıyordum hiç durmadan ve dilim bir karış sarkıyordu. Doğru dürüst yerimi koruyamıyor, adam adama oynayarak adamımın kuyruğundan hiç ayrılmıyordum. Benim şansım, adamım da ben gibiydi ve sahanın dört bir yanına toz attırıyordu, ben de ya önünden ya da arkasından koşturarak ondan fazla tozunu kaldırıyordum sahanın. Anlayacağınız saha dar geliyordu ikimize 😊.
                Avan projenin bitmiş olması zamanımı bollaştırmıştı ve üstümdeki bütün yükler kalkmıştı sanki. Kendime meşguliyet arıyordum zaman zaman. Satranca başladım, kasetlerden İngilizce çalışmaya başladım. Tekrar üniversite sınavlarına hazırlanmaya başladım. Bu arada yüksek lisans için de gazeteleri takip ediyordum ama gazeteler 24 saat sonra geldiği için, bazen de özellikle kış aylarında bir hafta gelmediği olacaktı, zorlanıyordum takibe. Ama çok istediğim bir şeydi yüksek lisans. Özellikle yeni gelen arkadaşın -A’dan Z’ye anlat diyen arkadaş- sınava girmiş tayinden önce ve o zaman ANAP kurucularından ve bakan olan Kayseri milletvekilinin torpiliyle yüksek lisansı kazanmış-kendi itirafı- tayin istemişti Ankara’ya. Çok imrenmiştim ona.
                Uzatmayayım, günler hızla geçerken bir gün şube müdürüm çağırdı odasına ve gittim. Ezile büzüle “Buyurun efendim” dedim ve “Buyur otur Halil Bey” dedi gülümseyerek sıcak bir edayla; oturdum karşısına. Yüzüne ve özellikle gözlerinin içine bakıyordum merakla, acaba ayıbımı yüzüme mi vuracak diye düşünürken “Halil Bey, şu projeyi baştan sona genel hatlarıyla bana izah eder misin?” dedi gülümseyerek. Sesi çok samimiydi. Önce şaşırdım “Gürpınar hizmet binasını mı?” diye sordum. “Hayır hayır, içme su Avan projesini” dedi tekrar gülümseyerek.
                Sevinçle ve başım göklere değmiş gibi hissettim o anda ve yüzüne baktım daha dikkatli olarak, içim daha da ısınmıştı alçak gönüllülüğünden dolayı. Düşünsenize; amiriniz olan bir şube müdürü meslektaşınız toy bir mühendisten bilgi almak istiyor ve kendinde bulduğu bir eksikliğini tamamlamak istiyor. Şaşkınlığımı attım kısa sürede ve hemen başladım anlatmaya; elime bir kalem ve kâğıt alarak ayağa kalkıp yan tarafına geçerek başladım yazıp çizip anlatmaya. Yarım saat kadar sürdü bu durum karşılıklı soru ve cevaplarla.
                Benim için çok iyi bir fırsat diye düşündüm o anı ve kahveleri söylediği sırada oturduğum yerden yüzüne ve gözlerine dikkatle bakarak “Efendim sizden özür dilerim, ukalalığım için” deyince bu sefer şaşırma sırası ona gelmişti ve başını az yukarıya kaldırıp bana dikkatli dikkatli bakarak “Estağfurullah Halil Bey, o ne demek; olur mu hiç öyle bir şey. Ben hatırlamıyorum ama hangisi bahsettiğin merak da ettim aslında” dedi. Gerçekten önemsememiş miydi yoksa beni utandırmamak için mi öyle davranmıştı kestiremedim o an. İzah ettim kendisine, gülümsedi o zamanı hatırlayınca ve gülerek arkasına yaslandı. Tam da kahveler geliverdi o anda, kapı tıklamasına dönüp baktık kapıya her ikimiz de.
                Kahvesinden bir yudum aldı ve kahveci çıktıktan sonra “Dert ettiğin şeye bak, o an kendimde büyük bir boşluk ve bilgi kaybı olduğunu gördüm; gözümü, kulağımı açmış oldun tam tersine. Uygulamanın içinde olmama rağmen teorik bilgilerin gitmiş olduğunu fark ettim ve o akşam eve geldiğimde tekrar göz attım sayende ilk defa 10-15 senedir” dedi ve benim şoklar ardı ardına geldi.
                Benim iyice şaşırdığımı gören adam konuyu değiştirmek için oğluyla çalışmalarımızın nasıl gittiğini sordu. “Çok iyi, çok azimli Ümit” dedim gülümseyerek.  “Geçenlerde ne oldu biliyor musun Halil Bey?” dedi ellerini masanın üstünde, üst üste koyarak ve gülümseyerek. Başımı sallamakla yetindim ne oldu der gibi.
İki kardeş

                Bizim küçük oğlan geldi bir gece annesine: “Anne, abim çok hasta, geceleri durmadan sayıklıyor, gene başladı sayıklamaya” dedi. O gün de bizim Salih Beyler de-baş mühendis- bizde yemekteydiler, yemekten sonra kahvelerimizi içiyorduk, oldukça geç bir saatti. Merak etti annesi-ilkokul öğretmeni- ve hemen kalkıp gitti odalarına ve dinlemiş, hakikaten sayıklıyormuş oğlan ama hiçbir şey de anlayamamış dediklerinden ve uyandırayım da sorayım diye düşünerek kolundan sallamış kendisini. “Oğlum uyan, rahatsız mısın? Doktora gidelim” demiş.   “Anne, manyak mısın sen, rahatsız etme beni İngilizce çalışıyorum” demiş. Annesi şaşırarak geldi tekrar geriye ve gülse mi ağlasa mı bilemez haldeydi. Anlatınca da durumu, Salih Bey: “Çağırın hele şu oğlanı” dedi ve seslendi kendisi “Oğlum Ümit, gelsene bir iki dakika yanımıza” dedi bağırarak ve bizim oğlan geldi kapıya yaslanarak “Buyur Salih amca” dedi ve bakmaya başladı oradan.
                “Oğlum ne bu halin sayıklıyormuşsun her gece, aşık falan mısın? Eğer öyleyse hemen istemeye gidelim şu kızı” dedi kendisine. “Yok Salih amca, ben zamanımı değerlendiriyorum uyuyuncaya kadar, Halil amca söyledi; günün özetini yapabilirsin dedi, pratik kazanmam için. Çok faydası oluyor, istersen sen de deneyebilirsin” deyince iyiden iyiye şaşırıp kaldık. Bizim oğlanın kendine güveni tam olarak gelmiş diye düşündüm bende. Ancak Salih Bey “Oğlum bu Halil amcan uçuracak seni” dedi gülerek. Bizim oğlan bize fırça atarak dönüp gitti gene. “Bir daha rahatsız etmeyin beni” dedi ve havalarla yürüyüp gitti.
                Anlatılanlar beni de gülümsetmişti. Ben kendim de aynı taktiği uyguluyordum İngilizce için ve çok işime yaramıştı, böylece zamansızlıktan da şikayetim olmuyordu. Her zaman çalışacak zaman bulabiliyordum birkaç cümle bile olsa uyumadan önce. Zaten günün yorgunluğundan hemen sızıp kalıyordum.
                Nihayet bu işi de hallettim diyerek-özür dileme- izin istedim sevinçle ve ayrıldım şube müdürümüzün odasından. İleriki zamanlarda poker bile oynamaya başladık birlikte. Ortada para dönmezdi bizim lokaldeki oyunlarda yalnızca + , - diye çetele tutuluyordu zaman içinde ve bu durum yıl boyunca da devam edermiş olduğunu öğrendim bu arada. Yıl sonunda değerlendirildiğinde ya bir + ya da bir – olurmuş çetelede. Hani denilir ya! “Kumarda kazanan yoktur, tek kazanan manacıdır.” Kumar oyunlarında kumar oynayanların değil kumar oynatanların kazançlı çıktığı da böylece ispatlanmış oldu. Mana: Kumar oynatanların her kazanma-el bitimi, parti bitimi- başına aldıkları bir komisyondur ve peşin alınır. Kazanılan paranın bir yüzdesidir, genellikle yüzde on veya biraz daha yüksektir.
                Şimdilik burada kesmek istiyorum bu yazımı da sevgili okurum. Anlaşılan biraz daha sürecek bu seri çünkü: anılar ve olaylar birbirini çekmeye başladı. Bazen iç içe giriyorlar. Şimdilik hoşça ve mutluca kalın. Gelecek yazılarda görüşmek üzere.
                                                                                                                                05-05-2017-1507
                                                                                                                                                                            Halil GÖNÜL
Görsel:Pixabay.com

2 yorum:

  1. Fırtına gibiymişsiniz, desenize. :)

    YanıtlaSil
  2. Merhaba, aslına bakılırsa biraz da kendimle dalga geçtim bu yazımda ama kendim için yaşadığımı anladım sonradan ve tek o iki yıl kadar kendim için yaşadığımı farkettim yıllar geçince de. Hala da hissederim o iki yılın sıcaklığını içimde. Kimselere de anlatamayınca işte burada yazı olarak çıktılar ortaya. Hoşça ve sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.