Pazartesi, Ekim 19, 2020

Ne yapsan yaranılmıyor!

basa-gelen-cekilir

Akşam Oturmasının Keyfi

            Ben gece kuşuyumdur. Karım taktı bu adı bana. Neymiş efendim, dizinin dibinden ayrılmıyormuşum. Bana kızıyormuş bu yüzden. Kalkıp el gün içine karışmalıymışım ellerin adamları gibi. İki kelam etmeliymişim de “vay be, ne adam” demelilermiş… miş miş, miş de miş miş… karı işte, ne yapsan yaranılmıyor.

            Bir ara okeye dadandık. Kafa dengi bir kare kurduk ne güzel. Güle oynaya günün yorgunluğunu atıyorduk. Hemen bitiveriyor mu canım oyun. En az üç el atıyorduk. Geç gelmeye başladın diye kafamın etini yedi ikinci günden sonra. Kimi kıracaksın, tabii arkadaşları ya da kafayı. Kafa bana lazım olduğu için arkadaşları kırmayı seçtim.

            Evde oturunca da yaramazlık geliyor insanın aklına. Çoluk çocuk da gezmede. Geç geliyorlar eve. Yanına oturuyorum iki kelam etmek için. Çakal, açıkgöz, anlıyor meseleyi. İşi baştan bitiriyor hemen. “Kokuyorsun leş gibi, git öte” demesiyle kalkıp karşı ranzaya geçiyor ağzını yüzünü buruşturarak. Utana, sıkıla banyoya gidiyorum, ciddiye alarak. Mis gibi duş alıyorum, sakal tıraşı oluyorum –sabaha hazırlık diye- bornoz, kafamda havlu geliyorum odaya. Dizi seyredip duruyken birden fırlıyor yerinden, avazı çıktığı kadar “ne yaptın sen yahu, öldürecek misin beni şuracıkta. Kokuya alerjim olduğunu bilmiyor musun?” Her zamanki sabunu kullandım hâlbuki. Numara çekiyor aklı sıra. Buldu ya avanağı… her dediğine “hı” diyoruz. Kalbi kırılmasın, akşama kadar evde bi başına uğraşıp duruyor diye.

            Arkasından Azrail koşturuyormuşçasına kaçıp yatak odasına kilitledi kendini. Kilit sesi dünyamı değiştirdi zaten duyulunca. Evde kalmanın bir anlamı kalmamıştı. Kızdım aptallığıma. Hemen üstümü değiştirdim. Kendimi dışarıya attım apar topar. Tam kahvenin oraya döneceğim. Bahçelerinde yemek yiyen komşu seslendi “gel, gel de kahve içelim. Yemek bitti.” Dedi. Ses tonu gergindi. Bir şeye kızdığı belliydi. Beni de yanına yardımcı çağırıyordu. Hissettim. Çünkü okumuş oğlu da yanındaydı.

            Komşu seslenir de gidilmez mi, gittim. Masa toplandı. Aceleyle bana yer açtılar. Çocuklar mahalleye dağıldılar. Mühendis oğlan -müzmin bekar- izne gelmiş. Bu sefer izinin tamamını ailesinin yanında geçirecekmiş. Vay komşumun haline. Altı ay kendine gelemez artık. Sesi falan kısılır bağrışa bağrışa. Tartışırlar oğlanla sabahlara kadar. Ama bu güne kadar anlaşarak masadan kalktıkları görülmemiştir. Bakalım bu sefer nasıl geçecek.

            Hoş beşten sonra oturdum. Tatlı getirdi benim için hanımı. Ellerine sağlık, onun gibi tatlı yapan yoktur. En azından ben bilmiyorum. Bir baklava yapmış yine, parmağımı ısırdım hakikaten. Canım çok yandı. Kaç defa dedim “şunun tarifini ver benim hanıma” diye ama sağır sultan duydu komşu hanım duymadı. Ben biliyorum nedenini.  Benim hanımdan fırça yiyecek vermeye kalkarsa. Benim hanımın baklavası da meşhurdur mahallede. Ramazanda ikisi rekabet ederler. Birinde biri diğerinde biri fazla alır siparişleri. Sanırsın ki imparatorluk kurmuşlar.

            Kahveleri getirdi komşu hanım. Gidecekti ki, kolundan tutup oturttu zorla yanına. “Başımın etini yiyip duruyorsun oğlanı kırıyorsun diye, otur, otur da gözlerinle gör, kulaklarınla işit oğlunu, bakalım dayanabilecek misin. Yoksa ikiniz bir olup başıma mı ekşiyeceksiniz!”

            “He, he oturdum işte. Diyene bak hele sen, mallarımı bilmem mi, sen mi öğreteceksin bana.” Bana döndü, gülümseyerek: “Abi sen yabancımız değilsin, içimizi dışımızı da biliyorsun zaten. Alınma sakın konuşulanlardan, konuşulacaklardan. Çünkü biraz sonra ısınır burası. Savaş meydanına döner. Bombanın biri patlamadan diğeri düşer masaya.”

            Uzun zamandır oturup sohbet etmemiştik. Oğlanla birlikte birkaç kısa sohbetimiz olmuştu öğrenciyken ama sonrasında bir araya pek gelemedik uzun uzadıya tartışacak kadar. Genellikle felsefe, siyaset ve edebiyat olur tartışmaların ağırlığı. Bazen de taktiksel olarak aile içi savaşa dönüşür çaktırmadan. Ben dikkatli olmaya karar verdim. Balıklama dalmayacaktım sazan gibi. Tarafları dikkatlice izleyip kim ne tür silah kullanıyor görecektim. Gerekirse fikrimi en sona saklayacaktım. Kesinlikle açık açığa taraf olmayacaktım. İşin içinde, tüm cephelerdeki en çetin savaşları kazanmış bir kadın da olunca meydanda, ne kadar dikkatli olunması gerektiğine siz karar verin artık. Ölüm kalım meselesi gibi bir şey!

            Neredeyse bir saate yaklaştı oturum. Kavga yok. Gayet sakin bir ortam var hâlâ. Arada bir kıvılcımlanma oluyor ama arkası hemen kesiliyor. Tedbirli davranıyor tüm oturumcular. Önce felsefeyle başladı baba-oğlan. Ana ara bulucuydu. Taraf olmamaya dikkat ediyordu. Belliydi. İş siyasete kaymaya başladı.  “Hatun, boğazım kurudu ya, el insaf.” Dedi.

            “Tamam, tamam anladım, çay demleyip geleyim. Ben gelinceye kadar ağzınızı açmayacaksınız. Kulağım sizde olacak. Anladınız mı?” dedi bi hışımla kalktı. Oğlan anasının arkasından koşturdu “yardım edeyim anacığım” diye.

            “bizim sıpa değişmiş mi ne! Ula, otuzuna geldi böyle bir şey görülmedi. Bu ilk haa! Anasına yardım ediyor falan sanma. Bir iş var.”

            “Sen de bir bahane arama hemen yahu. Çocuğun içinden geldiği belli.”

            “Sen bilmezsin bunları. Bir çorap örecekler yine başıma. Felsefeyi kazanmıştı ya, iki sene okudu bıraktı sevmedim diye. Tamam oğlum, dedim. Sonraki yıl mühendislik kazandı, iki de orayı okudu. Ha, bir yıl da hazırlık okudu, etti üç yıl. Geçen yıl orayı da bıraktı ‘beton kafalı diyorlar baba ya’ diye. Siyaseti kazandı arkasından. Bu sene ikinci senesini okuyor… demem o ki, bir bokluk var bu işte! Anasının fistanına takılıp gitmez yoksa. Tartışma da tatlı gitti şimdiye kadar… bak, ben ne yapacağım şimdi, ortalığı gereceğim biraz, zıttına zıttına giderek. Seyret sen ne olacak. Ana-oğul çullanacaklar benim üstüme.”

            Gülüşmeye başladık. Oğlan tepsi elinde, anasının elinde atıştırmalık, güle güle geldiler. Koyu bir sohbetten çıktıkları belliydi.

            Oğlan iktidarı eleştirmedi hiç. Babasının eleştirmelerine de sert çıkmadı. Bazılarına hak verdi de. Babası ne kadar çekerse o da o tarafa gitti. Asılıp germedi. Anası da oğlunu destekledi daima. Zaman epeyce geçti. Çaylar içilip atıştırmalıklar tüketildi. Yorgunluk da kendini gösterdi. Sesler kısıldı… tam kalmaya hazırlanırken: “Vallah, billaha ben çözemedim işi. Helal olsun ana-oğul ikinize de. Bana da anlatacak mısınız ne dönüyor bu gün burada?” diye kükredi komşu.

            Ana, oğlunun ağzını kapattı hemen. Çevikliği şaşırttı bizi.  “Tatlı geçti oturum değil mi? sen hır bekliyordun benim yüzüme çarpmak için. Olmadı, oğlum sakin sakin adam gibi davrandı sana. Sen oğlumu takdir edeceğin yerde gürlüyorsun karşımda. Kıskanma oğlumu tuttum diye. Tabi oğlumu tutacağım, bu saatten sonra seni tutacak halim yok ya…”

            İşin rengi değişti tamamen. Ben şaşırdım. En iyisi ağzımı açmamaktı. Bu işin sonu pek hoş görünmüyordu sanki. Benim anlamadığım başka konular da olabilir. Aile meselesine dönüştü. Ciddi olabilir.

            “Helal olsun size. Oğlum kulağına küpe olsun. Her gördüğüne hemen inanma. Önce düşün denileni. Arkasında ne var diye. Anan senin anansa benim de kırk yıllık karım. Kıçını kıvırtmasından ne dediğini, ne diyeceğini anlarım. Aklını başına topla, bir derdin varsa erkek erkeğe anlat bana, yoksa sana yardım etmek istesem de yapamam çünkü iş işten geçmiş oluyor çoktan. Yaşadık bunları, tecrübelerle sabit. Ananın derdi hır çıkarma bahanesiyle küskünlük yaratmak. Bu gün aklanıp paklandığımı biliyor. Ananı mı kıracağım. Gönlü hoş olsun. Sokulmam…”

            “Ayıp olmuyor mu herif!”

            “Baba be, yapma! Saçını süpürge etti kadın. Bir güne bir gün aç kaldın mı, açıkta kaldın mı?  Hep anam örterdi üstünü yatarken. Ben kalkıp bakardım, benim odadan çıktıktan sonra..”

            “Sıpa seni, hadi oradan. Ne zaman bu kadar anasının sıpası oldun sen!”

            Gülüştük. Çok güzel bir akşam geçti böylece. Ben de sıkıntılarımı unutmuş olarak üç dört saat geçirdim. Bakalım bizi ne karşılayacak evde.

            Oğlanın izninin bitmesine yakın bir davetiye geldi bizim eve. Nişana davetliydik. Oğlan nişanlanmaya karar vermiş. Kabul görmüş niyeti ve gittik. Nişanlayıp geldik.

           

           Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.