Cumartesi, Ağustos 25, 2018

Genç Cumhuriyet ve İhtiyar

İnsanlar
Genç Cumhuriyet ve İhtiyar-Her Şey Birbirine Bağlı
            Dudaklarındaki gülümseme belirtisi birden kayboldu sanki. Daha durgundu. Yalnızca yıldızlara bakıyordu bir şarkı mırıldanarak “gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar, ben de sizin kadaaar yalnızııım.” Yalnızlık hissi kabarmaya başladı. Dünyada yalnızlık! Nasıl bir şey acaba? “ne kadar da saçma bir soru zafer?  Belli mi değil nasıl olduğu?”
            Aldığı bir haber yüreğini burkup acılarını tazelemişti geçenlerde ama kendisini kandırmaya devam etmişti. Yaşadığı travmalar olduğu gibi geri geldi yeniden yeniden yaşadı adeta. Elinden gelebilecek fazla bir şey olmadığını düşünmek yeterince eziyordu zaten. Yapmıştı tüm yapması gerekenleri ama kendisini bitirdiğini fark ettiğinde oldukça geçti her şey. Birini ayağa dikmeye çalışırken başka birilerini ve kendini öldürmek nasıl bir şey? Kendisinden başkası bilemezdi elbet. Evet dertsiz tasasız kimse yok gibi adeta ama kendisininkiler daha başkaydı. Tıpkı genç cumhuriyetin durumu ile kendi durumu benzeşiyordu.
            Genç cumhuriyet Osmanlı yıkıntıları arasından çıkıp gelmişti bu topraklara. İnsanlar canları pahasına her şeylerini feda ederek ayağa dikmeye çalışıyorlar gece gündüz demeden çalışarak ama tam da ayağa dikiliyor derken yanlış ellerde avkalanmaya ve diz çöktürmeye çalışılıyor sürekli. Sanki kurtuluş savaşı verilmemiş, işgalci talancılar bu topraklardan canlar pahasına kovulmamış gibi rahat davranarak talancılara ve işgalcilere kucaklar açılmaya başlamış bir zaman sonra. Durum ortada değil mi sanki de hala görmezden geliyor bu toprağın insanları. Para toprak demek, para vatan demek, para din iman demek olmuş. Hatta daha da ileri gidilmiş para hasiyet, şeref olmuş ne kadar haysiyetsizlik, şerefsizlik varsa parayı yorgan yapıp üzerini örtmüşler güya. Bakalım nereye kadar gidecek? Pek fazla gidecek gibi görünmüyor ya, kurtuluş savaşı gerek, kurtuluş savaşı. Başka şekilde çıkılması güç görünüyor.
            “kendi başını düzemeyen gelin başı düzmeye gidermiş!” ne kadar da doğru bir söz olduğunu düşündü. Kendisi ayakta duracak hali yok memleket düşünüyordu. Memleket kiiim kendisi kimdi sanki. Hiçbir şey kendisini ilgilendirmiyordu artık. Memleket yanmış, yıkılmış umurunda olmayacaktı ama ya çocuğu ne yapacaktı?
            Bir zamanlar kendini bilmez halde olan hastasıyla ilgilenebilmek için çok şey feda etmiş olduğunu düşündü. Biraz rahatsızlıktan kaynaklıydı belki ama yaşadığı nankörlük ve saygısızlıkları kaldıramamıştı artık, karar vermek zorunluluğu doğmuştu bir kez daha. Hiç daha önce aldığı kararlara benzemiyordu bu karar. Hayatında ilk defa böyle bir konuda karar alacaktı. Kaybedecek fazla bir şeyi olduğunu düşünmüyordu zaten kaybedilecek diye düşünülenler kayıp olmuşlardı çoktan beri.
            Saygı, sevgi olmayan bir ortamdaydı, kahroluyordu, yapayalnızdı kalabalık ev içinde ve dünyada. Herkesin odası ayrıydı modernite şartlarıydı bu durum. Ben seni görmek istemiyorum yerine geçip odasında oturup eğleniyordu insanlar. Neyse fazla uzamasın bu konu…
            Tıpkı genç cumhuriyet gibi hasta ihtiyar ayağa dikildi dört-beş yılda. Yaşamın merkezinde olan hastaydı anılarının çöküntüleri arasından çıkıp sıyrılmıştı ve ayaktaydı işte. Nefes alışları bile gözlenip beslenmesi, hareketi, ilaçla tedavisi en ince ayrıntılarına kadar takip ediliyordu. Olabilecek ihmaller önceden tedbirler alınarak önleniyordu. Hasta günlük hayata bağlanmıştı. Günlük uğraşları vardı ve her birini yerine getiriyordu aksatmadan. Kendi ihtiyaçlarını görebilen bir yaşlı vardı karşıda, hiç kimseye bir muhtaçlığı yoktu.
            Bir süre takip etme bırakıldığında ihmalkâr davranıp işlerini yapmayı ihmal eder hale geliyor, ilaçlarını zamanında düzenli alması bozuluyor, hayal görmeler artıyor ve işler tekrar tersine dönmeye başlıyordu. Birkaç kez yaşanınca bu durum daha da dikkatli olmanın önemi ortaya çıkıyordu. Tıpkı genç cumhuriyette yapılamadığı gibi. Genç cumhuriyet çok çabuk ele geçirilmiş ve kuşatılmıştı. Kendi başına ne kadar dayanmaya çalışsa da ilave güç gerekiyordu onu besleyip büyütmek için. O güç de bilgiydi. Zamanla bilginin önü kesilip memlekete girmesi engellenip abur cubur şeyleri de bilgi diye dayatınca genç cumhuriyette hazımsızlık yaratmaya başladı bu abur cuburlar. Hep bir umut vardı içinde; bir gün doğru bilgilerle besleneceğini hayal ediyordu arada sendeleyerek.
            Zafer ihtiyarı ayağa dikmişti ama kendisi ayaktan düşmüştü. Nasılsa feda etmişti kendisini hiç olmazsa tam olsaydı diye direnmeye çalışıyordu. Ta ki ihtiyar kaçıp gidinceye kadar. İhtiyar kendisini günlük yaşama bağlayan uğraşlardan bıkmış olmalı ki kaçmayı düşünmüş demek ki diye aklından geçirdiğinde ne kadar acımasız ve gaddar birisi olduğunu bile düşündü ve içi sızladı o an. Gerçekten farkına varmadan öyle bir zalimlik mi yapmıştı ihtiyara?
            Yaptığı şeyleri düşüne düşüne bulmuştu. Kötü bir amacı yoktu. Örneğin yatıp durmasını engellemek için kahveye gitmesini sağlamak için bakkaldan günlük ekmek alımını kendisine bırakmıştı. Böylece hiç olmazsa bir kilometreye yakın yürümesi sağlanacaktı dolayısıyla kasları çalışacak ve beyni de uyarılmış olacaktı Zafer’in düşüncesine göre. Uzmanların önerisi bu tür hastaların en az üç kilometre yürümesini öneriyorlardı. İlk başlarda elli metreyi bile yürüyemeyen bu ihtiyar delikanlı bir buçuk kilometreyi hiç dinlenmeden yürüyebilir hale gelmişti birkaç yıllık sürekli çalışmadan sonra. Üstelik kahvede birkaç çay veya kahve içip arkadaş edindiği kişilerle sohbetler edebiliyordu. Bu durum da anılarına dönmeyi engelliyordu kısmen çünkü günlük anıları oluşuyordu yeni yeni. Beyni bu durumları işliyordu.
            Neyse, uzatmayalım durumu daha fazla detaylandırarak. Kaçıp gitmesinden bir süre endişelendi Zafer. Kaçıp gittiği yer Zafer’in küçük erkek kardeşiydi. Arada diğer çocuklarının yanına da giderdi ama fazla kalmazdı onların yanında. Ne de olsa erkek evlat diye düşünenlerdendi ihtiyar. Eloğlunun yanında rahat edemediğini düşünürdü. Her ne kadar açıkça söylemese de Zafer böyle olduğunu düşünüyordu.
            Bir süre tedirginliği devam etti Zafer’in ama daha sonra da yalnız kalabildiği için bir rahatlık hissetmeye başladı. Ne de olsa kalktığında, gözünü açtığında bir terslikle karşılaşma ihtimali korkusu olmayacaktı artık. Alışmaya çalıştı bir süre yalnızlığına. Yalnızlık yabancısı olduğu bir duygu değildi aslında.
            Arada görüşüyorlardı telefonda. Durumu iyi görünüyordu sesinden anlaşıldığı ve kardeşinin söylediğine göre. Kısa yürüyüşler yapıyor, ilaçlarını düzgün alıyordu. Söylenilen ve tahmin edilen durum her ne kadar olumlu görünse de yaptıkları günlük faaliyetler düşmüş olduğu için tembelliği gitgide artıyordu. İşte Zafer’i endişelendiren durum da buydu. Tıpkı genç cumhuriyetin bilgiyle beslenmesinin durmuş olması gibiydi. Bir süre sonra tembellik ayağa dikilmiş olan ihtiyarda sağlık sorunları çıkarmaya başlayacağından korkuyordu.
            Kardeşiyle durumu konuştuğunda “yazıldıysa ne yapalım abi?” demesi kendisini daha da korkutmaya doğru itmişti. Kendileri çalıştıkları ve durumunun önemini kavramadıkları için gelişecek durumlara tedbir almayı düşünemeyip ve anlatılanları da anlayamayarak olacakları tanrı yazgısı olarak değerlendireceklerdi. Ama kendilerinin yaşayacağı üzüntüler ise artacaktı, belki de aile içi huzursuzluklara yol açacaktı. Zaferi korkutan şeylerdi bunlar.

Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.