Cuma, Ağustos 02, 2019

Farkında mıyız acaba bize neler olduğunun?

Farkında mıyız acaba bize neler olduğunun?

Oturup düşünüyorum bazen, bana ne olduğunu. Birinin bana bir şey yapmasına mı izin verdim yoksa kendim mi bir şey yaptım kendime bilmeyerek? Her şey o kadar iç içe geçmiş durumda ki bir türlü seçilmiyor hiçbir şey birbirinden ve yumağın ucu da yok görünürde.

Yaşlılıkta böyle mi oluyor acaba? Ben yaşlandım mı, yaşlanıyorum sanırken? Ne de çabuk geçmiş zaman yaşlanmışsam eğer. Neden insan bilemiyor bu durumu, yaşlı mı yoksa yaşlanıyor mu? Yaşlanmak elden ayaktan düşmek değil mi yoksa yaşlanmanın başka şekilleri de mi var?
Birileri nasıl böyle bir şey yapabilir bir insana? Böyle bir şey yapmasına ne gerek vardır? Hayır, hayır böyle bir şey olamaz, olması da mümkün değil. Hem kim neylesin birilerini, hele de seni? Bu işin içinde bir bit yeniği var. Bir terslik var görünüşte.
Yoksa insanlar böyle mi, birileri birilerine bir şeyler yapıyor ve onlar bunun fakına varamıyorlar. Zalimce olsa bile yapıyor olabilirler mi? Kimin vicdanı elverir böyle bir duruma? Hayır, hayır. Böyle bir şey insanlara ve insanlığa yakıştırılamaz, yakışık almaz, haksızlık etmek olur.
Hep dağlara özenirdim ben çocukluğumda. Dağların başı dumanlı olurdu sürekli. Ne zaman baksam kara bulutlar süzülürdü o dağların başında. Bembeyazdı tepeleri. Apak saçları vardı. Her zaman da apak kaldılar. Ben çocuk, dağlar yaşlı olduğundan olmalıydı bu durum. Kim bilir kaç çocukluk seyretti onları benim gibi.
Dağlar demir gibi kayalara sahipti, parçalanmak, aşınmak nedir bilmezdi onlar. Her zaman da aynı dururlardı yerlerinde hiçbir şey olmadan, dimdik ayakta. Ne yel etkiler ne de sel, hatta don bile etkilemezdi onları.
Dağlar kadar güçlü olunmalıydı. Ben öyle olmalıydım en azından. Belki başkaları başaramamıştır ama ben başarabilirdim çocuk aklıma göre. Öyle de yaptım, güçlü olmayı kafama koydum. Olan biten şeylerden etkilenmeyecektim. Taş gibi yerimde ağır olacaktım. Boşuna mı demişler “taş yerinde ağırdır” diye. Ne olursa olsun, ne yaşarsam yaşayayım dimdik ayakta duracaktım daima ser verip sır vermeden. Kimse bilmeyecekti içimdekileri benden başka.
Anlamaya başladım galiba bana ne olduğunu, kimin ne yaptığını. Ben dağ olmuşum da haberim yokmuş. Taş kayalara dönüşmüşüm de haberim olmamış. Aslında dağlar da değişirmiş, yıpranırlarmış tıpkı ben gibi.
Don, fırtına, yağmur etkilermiş dağları. Yağmur yağar kılık kıyafetini parçalarmış örneğin. Erozyon diyorlar, daha birçok şey söylüyorlar. Kar yağıp don tuttuğunda çatlarmış koca koca kayalar. Yaz sıcakları vurunca da parçalanırmış, kum olurmuş sonra da toprak. Hatta nice ulu dağlar yok olurmuş, olmuş böylece. Ne yapsınlar dayanamamışlar işte derde tasaya. Onların da derdi tasaları varmış demek ki.
Anladım ben, anlamaya başladım hiç olmazsa. Kimsenin bir şey yaptığı yok bana, aleyhlerinde konuşmayayım. Günah keçisi yaratmanın âlemi yok. Madem kaya gibi, dağlar gibi olmaya özendim, işte sonucu ortada dağların, kayaların ve tabii ki benim de. Ben yaptım kendime ne yapıldıysa. Aşınmaya başladım önce, arkasından çatlayıp kırıldım. Sırada ne var? Biraz daha sürüklenip rüzgâr, fırtına ve sellerle, arkasından da toprak. İşte bu kadar basit. Bütün işin sırrını çözdüm sanıyorum.


Görsel: Google Görseller

2 yorum:

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.