Pazartesi, Aralık 25, 2017

Pazar Gözlemim-40-Türkiye’nin Dünü, bugünü ve geleceği.

"Neymiş, neymiş?"
Neden böyle bir yazı yazma gereği duydum?

                Kendimi sorumlu hissediyorum; en başta kendime karşı, sonrasında çevreme ve insanlığa karşı ve başka bir yerim olmadığı için gidebileceğim; bu memlekete, bu topraklara karşı sorumlu hissediyorum kendimi.
                Ayağım yer tutmaya başladığından beridir neredeyse yarım aşırı geçen bir süredir öyle veya böyle yaşadım bu memlekette. Havasını teneffüs ettim, suyunu içtim ekmeğini aşını yedim ve dağlarında ovalarında dolaştım bazen güneş altında, bazen lapa lapa yağan karlar altında.
                İnsan istese de istemese de ilgisini çekiyor bazen yaşanılanlar; ilgilenmiyor görünse bile. Benim ilgilenmem kendi çapımda çocukluğumun ilk yıllarında başladı. Nasıl? Derseniz, yaşamla doğayla, hayvanlarla iç içe yaşayıp giderken bir taraftan da mücadele veriyor olduğumun farkına varmadan. Aslına bakıldığında benim mücadelem ve ilgilenmem doğuşumla başlamış; ben her ne kadar geç farkına varsam da.
                Tarihi gözden geçirmek ve tarihle ilgilenmek durumları yani yaşanılanları açıkça gösteriyor zaten bakmasını bilene ancak nereden baktığınıza da bağlı durum. Bazıları baktığını sanıp başkalarının penceresinden baktığının farkında olmaz bazıları da baktığı penceresini ardına kadar açar kapağını ve görmeye çalışır uzakları ve yakınları.
                Şimdi şöyle bir gezintiye ne dersiniz, yıllar öncesine; Osmanlı, kurtuluş savaşı, Türkiye ve Cumhuriyet’in ilk yılları Atatürk dönemi, Atatürk’ten sonrası.

Osmanlı Dönemi

                Osmanlı döneminde ne idare ediliş şekli genellikle geçmiş uygulamalara dayalı gelenek ve göreneksel değerlendirmelere göre kararlar alınıp uygulamaya sokulur. Değişik kaynaklarda görebilmek mümkündür. Kısacası gelenekçi bir yönetim tarzı uygulanır. Osman bey zamanından gelen bu durum zamanın koşullarına göre yenilikler içererek devam eder. Halifeliğin devamında da benzer uygulama vardır. Hilafet yasaları yani dini esaslara göre yönetim hiçbir zaman olmamıştır bana göre. Ancak dinin temsilciliğinin olması nedeniyle yaşamın gerçeklerinden yola çıkarak dini hükümleri yumuşatma yolunu seçerek kimseyi kırmamaya özen gösterilmiştir. “Prof. Dr. Halil İnalcık Hoca’nın ilgili kitaplarında bulunabilir.”
                Tekkeler ve o zamanın birbirinden ayrı olan düşünce tarzlarının -tarikatların- dengesi her zaman gözetilmiştir, birinin diğerlerine üstünlüğüne izin verilmemiştir. Dolayısıyla zaman zaman tarikatlar arasında çatışmalar olsa da krala ve Halife’ye yakınlığından dolayı, hemen bastırılmış gereken cevapları verilmiştir. Din ve dini düşünceler insanların yaşamında önemli yer tutan bir konudur. Hiç kimse dini inanışından dolayı ayrı görülmemeli ve görülmesine de fırsat verilmemeli tarzı bir yaklaşımı mümkün olduğunca hayata geçirmeye çalışıldığı görülür.
                Bu dönemde yabancılara ticaret, sanat, zanaat vb. akla gelebilecek tüm faaliyetler uygun görülürken Türklere ya günah ya da ayıp sayılarak bir türlü yasaklanmış veya hor görülmüştür, dolayısıyla ticaret, sanat ve zanaat gibi insanların gelişimine yarayan uğraşlardan uzaklaşan Türklere hamallık mubah -uygun- görülmüştür.
                Söz konusu diğer uğraşlar genellikle bilim ve tekniğin takibine dayalı işlerdir. Takip edildiği sürece yeni şeyler yaratarak ortaya koyup daha fazla kazanç sağlayıp veya çalışılan ortamda yükseliyorlardı.

İşgal ve Kurtuluş Savaşı

               
"Neymiş, neymiş?"
Osmanlı ayakta duramaz hale gelmiş olmasının arkasından işgal dönemi başlamış ve Osmanlı imparatorluğunun toprakları teker teker kayıp olmuşlardır. Önüne geçilemeyen parçalanmanın arkasından işgal edilen topraklarda yeni hareketler başlamıştır.
                Bu hareketlerin belli bir döneminden sonra Mustafa Kemal, bilindiği üzere ordudan ayrılarak işgal kuvvetlerine karşı yurt içindeki eylemci güçlerin bir araya gelmesi için çaba göstermeye başlar ve hepsini de bir amaca doğru yönlendirir.
                Kurtuluş savaşından, her türlü imkansızlıklara, tükenmişliklere karşı ileri görüşlülüğüyle ve doğru olduğundan tamamen emin olduğu düşünceleriyle bir avuç vatandaşı ayağa dikmeyi başararak zaferle çıkmıştır bu memleket ve Atatürk.  İşte içinde bulunulan şartlar ve dünya şartları dikkate alındığında ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır ve diğer ulusların saygısını kazanır.

Kurtuluş Savaşından sonra asıl savaş başlar; cehaletle savaş.

                Kurtuluş savaşından sonra asıl savaş başlar Atatürk için. Cehalet ile savaş daha önemlidir artık. Çok kez söylemiştir bu durumu. İleriye bakma zamanıdır artık. Lideri olduğu bitkin, yorgun toplumu umutlandırıp ileriye bakmasını sağlayarak adım adım ilerlemeye başlamıştır. Cehalet de elinden geleni arkasına koymaz elbette.
                Atatürk’ün rahatsızlanması ve arkasından kısa bir sürede kaybedilmesi Türkiye’de ve Dünya’da önemli bir kayıptır. Bu kadar geniş, net ve ileriye bakabilen bir lider gelmemiştir Dünya’ya ve kaybedilmesi de o derece etkili olur özellikle Türkiye için.
                Kendilerine göre meydan boşalmıştır adeta ve cehalet din simsarlarının elinde yeniden hortlamaya başlamıştır. Hortlayan din simsarları cehalet ortamında, fosseptik kuyusuna atılan et parçasından çoğalan kurtçuklar gibi çılgınca üremiş ve ortalıkta boy göstermeye cesaret edebilmişlerdir.
                Atatürk’ten sonrasında oldukça ağır aksak giden Türkiye ileriye bakışını zayıflatarak yol almaya başlamıştır artık. İktidarlar kendi çıkarları için ve kendilerini ayakta tutacak böl-yönet taktiklerini geliştirerek yakın zamanlara kadar gelmiştir.
                Yakın zamanların iktidarı ise durumu daha da ileriye götürerek dünyanın başına felaketler açan Adolf Hitler’in taktikleri ve senaryolarını özümseyerek yeni, çağa uygun taktikler geliştirmiştir. Sokak çeteleri kurması da bu taktiklerden birisidir.
                Dini ve cahil vatandaşların inanç duygularını kaşıyıp kullanarak memleketi tamamen kutuplaştırıp 40-50 yıl yönetilen memleketi tamamen ayrıştırarak ve her türlü yalan, riya vb. günlük ucuz politikalarla yönetme yolunu bilinçli olarak seçmiş ve uygulamıştır.
                Bugün geldiğimiz nokta son nokta değildir elbette. Daha kötü zamanların kapısı daha da aralanmıştır sadece. Asıl kurtuluş savaşı bundan sonra başlayacağa benzemektedir zamanın uygulamalarından rahatlıkla anlaşılması mümkündür.
                Bu memleket çok daha fazla acılara gebedir artık. Bu acı çekenler içinde, acıları doğuranlarda olacaktır elbette. Bunun kaçışı olamayacaktır. Bu savaştan karlı çıkan olamayacaktır bütün savaşlarda olduğu gibi.
               Bu aşamadan sonra sağ duyulu ve daha dikkatli düşünüp adımlar atılması zorunludur. Vatandaşların bu konuda dikkat göstermeleri kendi gelecekleri açısından oldukça önemlidir.
"Neymiş, neymiş?"
                İzlenen taktik ve uygulamaya sokulacak olan stratejiler, “bulanık suda balık avlama” olacaktır.         Suyun gözünü bulandırmaktaki amaçları bu nedenledir. Her ne kadar meclis dağıtılıp kapatılmasa da resmiyette, gerçekte çoktan tatil edilmiş olduğu ortadadır.     Mecliste kendileri çalıp kendileri oynamaktadırlar her türlü kirliliğe rağmen aymazlıkları alabildiğine üzerlerindedir.
                İçlerinde biraz dahi iyi niyet ve insaf, vicdan, merhamet olsa birkaçı dahi olsa farklı ses verebilirler ama yok maalesef. Neden mi? Kin, nefret ve kuyruk acısı dolu olan Atatürk ve İsmet İnönü’nün de dediği cehalet ve tarikat savaşlarının kuyruk acısını kin ve nefretle bu günlere kadar taşıyabilen insanlardan ne beklenebilir ki? Açıkçası ben hiç beklemiyorum, çünkü ellerinden geleni arkalarına koymayacaklar, koymayacaklar da ne yapacaklar peki?
                Vahdettin gibi kaçacaklar sonunda hiçbir şeyi beceremediği zamanı geldiğinde. Amaç başka bir şey olsa daha farklı şeyler olmak zorunda. Eğitimin geri planlara atılması ve dünya sıralamasında en gerilere düşüldüğünü bile göremeyecek kadar kör olan bu dönem yönetiminden hiç hem de hiç iyi bir şey beklenemez bundan sonrasında. Yalnızca acı ve göz yaşı beklenebilir.
                                                                                                                                              25.12.2017
                                                                                                                                              Halil Gönül

Görsel: Google Görseller

2 yorum:

  1. Yaşlı bir insanım, çok başbakan, cb gördüm, bunların bazılarını çok eleştirdik, çok kızdık, ençok Özal'a çok kızardık ama şu son 15 yıl hepsine rahmet okuttu, ülke bu kadar berbat, bu kadar kötü yönetilmemişti, ne Demirel, ne Ecevit, ne Özal, ne koalisyon hükümetleri hiçbirinde insanlar kutuplaşıp, birbirinden nefret eder hale gelmemişti. Hiçbirinde komşu, kardeş ülkelere kötülük etmemiştik (Libya ve Suriye), o kötülük dönüp dolaşıp bize döndü işte....gelecekten çok umutsuzum...:(
    Elinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. bücürükveben,
      bu yazıyı yazmaktaki amaçlarımdan temel olanı: bir kişiye bile olsa yaşananları anlatabilmekti, belki de son çırpınış olacak kim bilir; her şeye göz göre göre geliyorum, geldim diyor çünkü. toplumu ilk kez bu kadar duyarsız ve umarsız görüyorum. umarım utanırım bu yazıyı yazdığım için. Teşekkür ederim ilginiz için. Bilirsiniz bloggerlar bu tip uzun yazıyı okumazlar(!)

      Sil

Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.