Açmaz ağzını
Bağrını yaranlara
Kaç günlerdir birkaç satır yazacağım, kırgınlık ve kızgınlıklarım için ama bir türlü beceremeyişime kızıyorum.
Salim, kafayı toparlamak için tatile çıkardı kendisini. Altmış yaşına yeni bastı. Yeni yaşını boşanma davasıyla kutladı hanımı. Evi de terk etti tahmin ettiğiniz gibi. Boşanma kısa sürede gerçekleşti.
Bu görüntüyü çekme nedenim, gördüğüm
anda ilginç gelmişti sadece. İlginçliği
ise sanayi dükkânları arasındaki sınırda bölme duvarının bittiği nokta, sokak
tarafında olması, yoğun kir, pas, yağ ve aynı zamanda yoğun egzoz gazları
olabilen bir yerde.
Öylesine çekilmiş bu resim sonradan çok şey düşündürdü bana.
İnsan ve insanlık yalansız yapamıyor. İnsanlığı insanlar oluşturduğuna göre insanlar da yalan söylediğine göre, insanlığın yalansız olamayacağı ortada elbette.
Akşam yemeğimi yedikten sonra ağırlık bastı her zamanki gibi, tüm miskinliğimle attım kendimi aptal kutusunun karşısına. Gözlerimi zor açıyorum, uyku sersemiyim. Dizi rüya gibi geliyor. Bir süre zorladım gözlerimi ama boşunaydı zorlamam.
Kahvenin duvarı dibinde güneşe karşı ayakta koyu bir sohbet başladı. Şamata ağırlıklıydı konuşulanlar. İnsanlar birbirlerini uzun zamandır tanıdığı için laflarını sakınmıyorlar. Genellikle dinlemekle yetiniyorum onları. Keyfim de pek yoktu o gün.
-Herkesin aklı karışır arada bir,
öğle değil mi?
Yaşlı adama destek çıkan olmadı aile
üyelerinden. Çünkü herkes biliyordu artık amacını. Elbette kimse kırmak
istemiyordu kendisini. Tam tersine herkesin amacı iyilik yapmaktı bahaneler üretmesinin
önüne geçmeye çalışıyorlar sadece.
Yaşlı adam karısını kaybetmesinden beridir çok az dışarıya çıktı. Tüm tanıdıkları onu soruyordu ilk zamanlar. Gelenlere kötü davrandı. Kimseyi görmek istemediğini yüzlerine söyledi gelenlerin. Bir iki derken çabuk yayıldı kulaktan kulağa. Davranışından pişmanlık duymak bir yana bilinçli yaptığını söyleyerek kendisini savunuyordu üzerine gidildiğinde.
![]() |
Hayat |
Başka
memleketlerdeki eşekler nasıl anırıyor?
Elli, altmış yıl öncesinde köyde yaşamak farklıydı. Köyden dışarıya çıkmayan o kadar çok insan vardı ki aklınız almaz, inanamazsınız. Kadın ya da erkek okuma yazma bilmez çoğunluğu çünkü okul yoktur köyde veya yakınlarda. Olanına da iki, üç saatlik yaya gidilerek varılır.
Zafer, geceleri kendi kendimi motive edişim benim katlanabilirliğimi artırırken, olumlu bakışımı da artırıyordu ama içimi kemiren kanser olma riski beni esir almaya devam ediyordu. Zafer sen bunları seyrediyordun hiçbir duygu belirtisi vermeden ve bana hiç katkıda bulunmuyordun. Böyle olmasına rağmen yine de sana ne kızabiliyor ne de gönül koyabiliyordum. Sana rağmen hatta senin bana karşı düşmanca davranışına karşı ben yalnız başıma savaşmaya çalışıyordum içimdeki kötü duygularla.
Cafer: “eskiden her taraf ormanmış. Sincaplar
taa Kars’tan çıkıp Edirne’ye kadar ağaçlar üzerinden zıplaya zıplaya gelirlermiş. Dedemin
dedesi bile şahit olmuş.”
Cengiz: “he valla, dedemin dedesi de söylerdi. Eskiden dedemin dedesi celeplik yaparmış. Uzun bir süre yapmış yani. Sonradan kasaplığa dönmüş gerçi. Memleketin her yanını dolaştığından hayvan aramak için, memleketin neresinde doğru dürüst yol var iz var bilirmiş. Bilinmedik bir yere gidecek olan olursa gelir ona sorarmış. Yol, iz tarif edermiş onlara sağ salim gidip gelsinler diye…”
Öyle öyle. Bal gibi de istiyor insan. Ama boş cümle aslına bakılırsa. Çünkü hiçbir zaman insanların işi yolunda değildir. Gökzenginin bile. Gökzengin parasına para ilave edemezse zarar yazar hesabına. O nedenle işini bırakıp da bir yere gidemez. Tuvalete giderken bile gözü arkada gider, çalışanlarından birisi kazık mı atacak diye.
![]() |
deli |
Kahvelerin hayatımızdaki –erkekler için- yeri başkaymış. Bir tür tedavi merkeziymiş de farkında değilmişiz. Çocukluğumdaki köy hayatını düşündüm de kadınlar için dulluk –binanın güneş gören yanındaki duvar dibi- vardı. Her mahallede birkaç tane belli başlı yerler olurdu. Kadınlar evdeki işlerini bitirdiğinde, kirmenini, çorap örgüsünü, kazak örgüsünü alır çıkar o yere. Getirdiği küçük minderini koyar ve oturur üzerine. Genellikle ağaç kütüğü vardır oturmak için. Oturup sohbet ederken boş durmamak için elinde mutlaka bir iş olurdu.
30 Ocak cumartesi günü öğleden sonra gök gürültülü sağanak yağış vardı. Yakınlara yıldırım düştü. İrkildim. İnternet kesildi o anda. Yerimden kalkıp modeme baktım. Modemin hiçbir ışığı yanmıyordu. Power -güç- butonuna devamlı basıldığında ışık yanıyor ancak hiçbir işlevi olmuyordu. Yani diğer göstergelerin -ADSL, wifi, internet- çalışmasını sağlamıyordu.
Kale ve bayrak direği. Savunma ve
özgürlük. Kafamda bu kelimeler dolanıp durdu eşlenik olarak. Dans ediyorlardı. Aralarındaki
samimiyet görülebilir türdendi.
Evet, mecaz girdim yine kaleye. Herkesin bir kalesi vardır mutlaka, kendisini içinde güvende hissettiği. Kalenin surları anne karnındayken atılır temelleri. Darlığı veya genişliğini yaşadığı çevre ve şartlar belirler.
Ben ne istiyorum? Sorusunu sordum kendime durduğum yerde. İyi mi ettim kötü mü ettim bilmiyorum soruyu sormakla. Kafamın içinden başka bir ses bağırdı kulaklarımın dibinde: “sahi, sen ne istiyorsun?” diye. Vongladı önce, sonradan netleşti sesin tonu. Tüylerim diken diken oldu. Hem korktum hem de şaşırdım. Tepemde birisi elinde kılıç bekliyor gibi hissettim. Yanlış bir şey istersem kellem gidecekmişçesine irkildim.
Dikkati vermekte zorlandığım zaman
zıtlıklar düşünürüm. Daha doğrusu düşünmeye çalışırım dikkatimi toplayabilmek
için. Doğru ve yanlış gibi.
Kankadırlar doğru ve yanlış. Daima birlikte dolaşırlar. İkisi de erkektir hem de s.. kadar. Nal derler mıh demezler. İnat mı inattırlar da. Burunlarından kıl aldırmazlar kimselere ama kendileri yolarlar burunlarındaki kılları. Bu yüzden sık sık nezle, grip olurlar ya da boğazlarını üşütürler giren havayı ısıtacak kıl kalmadığından burun deliklerinde.